Wednesday, December 19, 2007

Meyhanede- Tek perdelik Alkollu Oyun

Son yillarda tiyatroya gidemiyorum. Tam anlami ile bunaliyorum oyunun biryerlerinde kosarak disari cikmak istiyorum. O tek sahne tiyatroun belkide abartili tonlamalari ,jest ve mimikleri beni yoruyor.Hele dramsa cidden daraliyorum. Ancak Oda Tiyatrosu'nun oyununu gazetede okudugumda oldukca heyecanlandim:) neden? cunki oyundaki oturum bicimi tek sira degil yemek masalari duzeninde.Bu kadarla da kalmiyor masada mezeler ve ickiler var ,hatta sigara bile icebiliyorsunuz (bunun olmamasini tercih ederim aslinda). Adindan da anlasilacagi uzere oyun meyhanede geciyor.Istanbul'da bir Ermeni meyhanesinde cesitli siniflardan ve inanclardan mesleklerden insanlarin bir sekilde biraraya gelmelerini ve bu kisilerin hayatlarini espirili bir sekilde anlatiyor.Tum bunlar olurken sahnenin kenarinda bir de mini fasil ekibi var hep birlikte sarkilar soyleniyor.Oyun interaktif bir sekilde devam ediyor. seyircilerde oyuna dahil oluyor. Hatta oyun sonrasinda oyuncular seyircilerin masasina katiliyorlar ve sohbet devam ediyor.Oyunun sponsoru Mey . Ickiler sinirsiz.Oyuna her hafta yeni karakterler eklenebiliyormus.Kendilerinin de belirttigi gibi Nevizade 'den ucuza geliyor.Kisi basi 35 ytl. '70 li yillarda Devekusu Kabare de bu sekilde oyun sahnelermis.duydugum kadari ile daha sonra ticari kaygilarla sira duzenine gecmisler ve sonra da tamamen yok olmus.Ben bu oyundan cok keyif aldim.Degisik bir tecrube idi.Ilgilenenleriniz icin oyun Harbiye Askeri Muzesinin karsisindaki Fuji Film'in oldugu sokaga girdiginizde hemen sagdaki Getronagan Sahnesinde. Tel: 0212 241 35 45 www.odatiyatrosu.com

J&B New Year Party


Bu sene kurban bayrami tatilininde yeni yila yakin olmasi sebebi ile partiler biraz erken yapiliyor:) Bizde bu partilerden J&B ninkine katildik. Zaten davetiyesi bile beni eglendirmeye yetti. Minyaturlestirilimis disko toplarinin asili oldugu davetiyeleri vardi. Bu disco toplari party nin konseptini olusturuyor zaten. Ortalikta disko topu kafali adamlar dolasiyor. Cok basarili bir organizasyondu. J&B ozellikle alkolsuz arac kullaniminin altini cizmisti. Bunun icin 5o adet sofor gorevlendirilmisti. Giriste adinizi listeye yazdirip siraya giriyorsunuz ve sofor sizi arabanizla eve birakiyor. Bunun yanisira dagitilan kartlarda taksi duraklarinin isimleri ve numaralari belirtilmisti.Ve parti boyunca surekli alkolsuz arac kullaniminin uyarilari yapildi.Bunun disinda parti ortami cok guzeldi 1001 direk sarnici cok guzel bir parti mekanina donusturulmustu.Herseyden once duman alti olmayan bir mekan.Isitma ve havalandirma ayni derecede basari ile saglanmisti.Cilginca eglenmek tamamen parti havasina girmek isteyenler icin sac ve makyaj yapan bir ekip. Guvenligi saglayan ekiplerin cok nezih bir sekilde etrafa dagilmis ve kimseleri rahatsiz etmiyor olmalari. Bircok fotograf ceken nazik fotografcilar ve akabinde resminizin hangi sayfada cikacagini belirten kartvizitleri gibi gibi bir suru ince detay. Ha bunca sey anlattin dj performanslari nasildi die merak edenler icin:) muziklerde superdi. Hele danscilar harikaaaa yeniden hip hop gunlerime donmek istiyorum.

Tuesday, December 4, 2007

Cevizli köy ekmeği

Sonunda istediğim ayarı tutturmayı başardım....Herşeyin çok kötü ve aksi gittiği günler bu günler.Her an yeni kötü bir haber duyacakmışım gibi. Olumlu ve olumsuz düşünceler konusunda bilinç düzeyi yüsek biri olmama rağmen kendimi bundan alıkoyamıyorum.İşte böyle zamanlardan oldugu için herhalde dün akşam kendimi biraz mutfağa verdim. Yemeklerden bahsetmeyeceğim ama ekmek konusunu paylaşmam lazım .Ekmek makinaları bu kadar popüler değilken 2004 yılında almıştım makinamı. Ancak bir türlü istediğim kıvamda olmuyordu. Ekmek formu yerine kek formunda oluyordu. Lezzetinde bir sorun yoktu ama ekmek hissi vermiyordu.Sonra uzunca bir süre yapmadım.Çünki sevgili kuzenim gene hazır ekmeği tüketmeye devam ediyordu.Tek başına ben bitiremiyordum, bayatlıyordu vesaire.... .Defalarca bloglardaki önerilenleri yaptım ama istediğim sonuca ulaşamadım.Bir kere en önemli sorun ölçü birimleri idi. Yok cup,yok tea spoon bunların hiç birinin tam karşılığının ne oldugundan emin olamıyorum. Zira bu son denememdeki ölçüde de bir tutarsızlık var. Dedim ya zmanla arkadaşlarım da edinmeye başladı diye.Sevgili Ebru bu konuda çok başarılı oldu:) çok şeşitli denemeleri var. Ben de Ebru'nun ölçüsüne göre yapmaya karar verdim. Örneğin Ebru'nun 320 ml ölçtüğü su benim makinamın cup ına döküldügünde 200 ml .gösteriyor.Çıldırtıcı bir durum. Merak edenler için Benim makinem Sinbo ,Ebru’nun li ise Moulinex. Herneyse bu ölçü sorununu nasıl aştım? Ebru ile benim evimde ki ortak ölçü birimi ajda çay bardağı ölçüsü olabilirdi.Ebru'dan kendi 320 ml.sinin kaç ajda bardağı oldugunu ölçmesini ve bana bildirmesini istedim. Sonuç çok başarılı .. Bu kadar tantanadan sonra tarife gelelim.

Söke Un'un Köy Ekmeği karışımı kullandım.
Bu kutuların içerisinden 2 adet 500 gr lık paket karışım ve 2 minik paket de maya çıkıyor. sırası ile:
-320 ml = 2 ajda çay bardağı dolusu + ajda nın dibinde 1 serce parmagı kalınlıgında su :). Suyun hafif ısıtılarak kullnılmasında mayalanmanın güzelliği için fayda varmış.Ebru söyledi ,tecrübe ettik.
-500 gr. lık ekmek karışımı (herhangi bir un kullanılabilir)
-Kutudan çıkan mayanın 1 tanesi - 1 tatlı kaşığı kadar ediyor.
-istege baglı ekleyecekleriniz (ceviz,zeytin,dereotu) .Örneğin eskiden bunu makinanın 2. devre geçmeden önce "malzeme katın" sinyalini verdiğinde yapardım ama gene Ebruyu dinleyerek en başta koydum.Düşündüm ki arada kapagı acmak çok da doğru olmaya bilir. Kabarması açısından.
Sonuç resimlerde gördüğünüz üzere çok güzel oldu. Bende biraz kafamı dağıttım işte.Sevgiler


Tuesday, November 13, 2007

New York Usulu Cheesecake

Uzun zamandır pişirme konusunda takık oldugum 2 şey vardı. Birincsi Paykek (cheesecake) diğeri ise kiş (quiche). Yememem gerektiği halde dayanamayarak cheesecake olayına girdim. Epeyce zamandır da çeşitli şeyler okuyordum. Okuyordum diyorum çünki cheesecake apayrı birşey ,öyle herhangibir keke benzemiyor. Kıtalara göre, ülkelere göre, hatta ülke içerisinde şehirlere göre, pişirim tarzına göre değişiklikler gösteriyor. O yüzden önce genel bazı bilgileri paylaşmak isterim.
-En popüler oldugu Amerikada dahi New York (jewısh) ,Chicago, Pennsylvania arasında farklılıklar var. New York tarzında krema kullanılıyor.Chicago tarzında dışı katı ve sıkı içi ise daha akışkan bir form, Pennsylvania da ise su aranı daha az olan bir başka peynir türü kullanılıyor.
-Cheeseckelerin pişirilen ve pişirilmeden yapılan tarifleri var.Bu ise içerisine yumurta konulmasına göre değişiyor.New York tarzı içerisinde yumurta olan ve pişirilen bir tarif. Pişirilmeyenlerin içerisine ise jelatin konuluyor.Bu tarz genellikle İngilterede uygulanıyor.Ve köpüksü hafif bir dokusu var. Öyleki hazır cheesecake tozları alınıp jelatinle karıstırılıp 2 saat içerisinde hazır hale geliyor.Ama aslında cheesecake kek kategorsinde olmayan yumurtalı tatlılar kategorisinde ve koyu kıvamda olması gereken bir tatlı. Avrupada ise her ülke kendi peynirini kullandığı için çeşitleniyor. İtalyanlar mascarpone ve ricotta, Almanlar quark peyniri kullanıyorlar.
-Bizim için ise en başrılı sonucu Pınar’ın kem peyniri veriyor. Arman Kırım’ın 3 hafta boyunca yazdıgı cheesecake yazı serisinde bu peyniri önermişti.
-Cheescakeleri düşük ısıda uzun süre pişirmek ideal olanı. Isı değişimlerine karşı çok hassas.Çatlayabiliyor. Bunu 2 yöntemle önleyebiliyorsunuz.Birincisi pişirim bittikten sonra fırının kapagını aralamak ve 2 saat bu sekilde sogumasını beklemek ,diğer yöntem ise kek kalıbı içi su dolu kaba oturtarak buharla pişmesini sağlamak.
-Esas olarak 3 ana katmandan olusuyor. Taban ,dolgu mazemesi ve üzerine istege göre çeşitlendirebileceğiniz soslar.
-Piştikten sonra bir gece mutlaka dolapta beklemesi gerekiyor. (benim gibi akşam yaptıysanızJ )
-Dilimlerken pürüzssüz bir kesim için bıçağı sıcak su ile ıslatıp kesmekte fayda var.
İlk önce peynir ile şekeri çırpmak daha güzel bir kıvam sağlıyormuş J (ben bu denememde buna dikkat etmedim)
Bu kadar akademik bilgiden sonra J nasıl yaptım onu anlatayım.Önce malzemeler.
· 1,5 paket eti burçak
· 100 gr tereyağı
· 3 paket krem peynir ( Pınar marka kullandım)
· 1 su bardağı toz şeker
· 1 paket vanilya
· 2 yumurta
· 200 ml. bir küçük kutu sıvı krema
· 3 çorba kaşığı un
· 1 limon suyu ve rendesi
Fırını 200 dereceye ayarlayalım. 20 cm lik kelepçeli kek kabını aliminyum folyo ile kaplayalım. Eti burcakları rondadan geçirip erittiğimiz teryağı ile karıştıralım ve bunu kalıbın dibine bastırarak sıkı bir şekilde yayalım.Bu hali ile kalıbı buzdolabında dinlendirmeye bırakalım (bazı tariflerde 5-10 dk kadar fırınlanabiliyor.)Daha sonra dolgu malzemesini hazırlamaya geçelim.Yumurta ve şekeri mikser ile iyice çırpalım. Sırası ile Vanilyayı ve unu ekleyip tekrar çırpalım. Peynirler hariç diğer malzemeleride ekleyip karıştırmaya devam edelim. En son peynirleri ekleyip homojen hale gelene kadar çırpalım.
Bu malzememizi buzdolabından çıkarttığımız kalıbımıza dökelim ve önceden ısıttığımız fırında üzeri kızarana kadar pişirelim. ( tabanın su konulan yöntemde üzerinin rengi cok fazla koyulaşmıyormuş.Renk değişimi istemeyenler özellikle bunu tercih ediyorlarmış.). Ilıdıktan sonra buzdolabına kaldırıp en az 6-7 saat bekletelim. Çayın demlenmesi gibi bekledikçe lezzeti oturuyor. Artık üzerindeki sos size kalmış ben ev yapımı çilek reçeli ile servis ettim:) Öncelikle ben kendime tam not verdim. Deneme şansı bulanlar da çok çok beğendiler. Size de kolay gelsin :)

Wednesday, October 31, 2007

Yaşamın Kıyısında-Auf Der Anderen Seıte

Aklımda çok sey var aslında ,nedense yazma isteğim yok son zamanlarda. Sadece yanımda tasıdıgım küçük defterime birseyler karalıyorum. Koskoca Chicago tatili bitti birşey yazmadı diyenler için, resimler elime geçer geçmez bir şeyler yazacağım.Benim gibi fotograf hastası biri nasıl oldu da resimleri unuttu? Oldu işte :)
Geçen Cuma akşamı tıpkı üniversite yıllarımda yaptıgım gibi beklediğim bir filme hemen, gösterime girdiği ilk gün gittim. Fatih Akın’ın Yaşamın Kıyısında filmine. Ben filmi çok begendim. Son yıllarda giderek yaygınlaşan kesişen hayat hikayeleri kurgusuna sahip. Film 3 bölümde sunulmuş. Yeterin Ölümü, Lotte nin Ölümü ve Yaşamın kıyısında başlıkları ile veriliyor.Burada derinlemesine bir çözümleme yapmayacağım ama güzel bir film.Aşk,almanyada yasan turkler,farklı kuşakların yaşam ve eğitim biçimi,aynı olaya Türk ve Alman ebeveylerin nasıl farklı yaklaşabileceği,siyasi abilerin,ablaların yaşamı,avrupa birliği ironisi gibi birçok sey var. Bir film içinde mumkun oldugunca mesaj sıkıştırılmaya çalışılmış gibi.Bu beni rahatsız etmedi tabi.Herşeyin illa derinlemesine işlenmesi gerekmiyor bence. Birde Fatih Akın ve Ferzan Özpetek filmlerine zaafım objektif olmamı engelliyordur belki .
Yani bu yaptıgım sinema akşamı her açıdan benim için doyurucu idi.Filmi özellikle Atlas’ta izlemek, üzerimde filmden sahneler ve replikler taşıyarak sinemanın arkasından çıkmak ve herzamanki gibi karanlıktan aydınlıga cıkmanın şaskınlıgı ile Beyoğluna hangi yoldan çıkacagını kestirmeye çalışmak ,yönünü aramak.Sonra öyle düşünerek meydana yürümek ......

Thursday, September 20, 2007

Santral İstanbul - Modern ve Ötesi - Enerji Müzesi


Geçtiğimiz Pazar günü ne zamandır görmek istediğim Santral İstanbul'a gittim. Bilgi üniversitesinin 118.000 metre kare alan içerisinde olan Osmanlı döneminde kurulmuş Silahtarağa Elektrik Santralini koruyup ,düzenleyip İstanbul kültür merkezlerine nasıl bir yer kazandırdığını merak ediyordum. Modern ve Ötesi sergisi bunun için çok güzel bir fırsat oldu. 1950 ve 2000 yılları arasında yapılmış 100 den fazla sanatçının 450 eserinden oluşan bu sergi görülmeye değer. Sergi 29 şubata kadar devam edecek. Yanlış saymadıysam 6 kata yayılmış koca bir sergi alanı ve eserler kronolojik sıra ile gruplandırılmış düzende. Son yıllarda artmaya başlayan bu tarz kültür merkezleri insana moral veriyor. Avrupada bir sergi geziyormuşsunuz gibi. Haaa ölçü avrupa mıdır ?derseniz bilmiyorum ordakilerin daha iyi olduğunu gördük ve biliyoruz. Bunun bir özenti gibi algılanmasını istemem. Temiz ve bakamlı sergi alanları,vestiyer hizmetleri, audiophone hizmeti,bakımlı tuvaletler,müze alışveriş dükkanları gibi şeyleri kastediyorum. İstanbul Modern ,Pera Müzesi, Sabancı müzesi,Koç müzesi derken gittikçe iyiye doğru yol alıyoruz gibi geliyor. Sergiden birkaç resim paylaşayım.


Bedri Rahmi Eyüboğlu



Modern çalışmlardan biri


Silahtarağa Elektrik Santrali 1911 yılında kurulmuş ve 1982 ye kadar hizmet vermiş. Santral şu anda oldugu gibi muahafaza ediliyor. Santral kısmı Enerji Müzesi olarak adlandırılmış ,Burası çok eğlenceli idi. Uygulamalı olarak deneyebileceğiniz bir sürü alet var. Devreleri çalıştırıyorsunuz. Elektrik yüklü bir küreye dokunup saçlarınızın havaya kalkmasını izliyorsunuz,

hareket enerjisinin nasıl elektrik enerjisine dönüştüğünü göüyorsunuz ,Yukarıda gördüğünüz ben deniz pedalları çevirdikçe önümde bulunan camlı haznenin içindeki elektrikli aletler tek tek çalışmaya başlıyor. Radyo,kamera,mikser.saç kurutma makinası.Tahmin edersinizki burada oldukça eğlendim.


Bu kadar gezdikten sonra dinlenip nirşeyler atıştırılacak yer var mı derseniz onunda cevabı evet.Burayıda çok beğendim. Adını okuyamadım ama sanırım burası Otto .Burada şube açacaklarını okumuştum. Açık mutfakları var içeride kocaman ahşap uzun masalar ,bar şeklinde dizayn edilmiş ayrı bir kısım ,kahve içki herşey var. İşte öyleyken böye...... :) görüşmek üzere.

Thursday, September 13, 2007

20'lere elveda 30'lara merhaba..


Eeeee koca bir yaşı daha devirdim. Gecen seneki doğum günümden sonra blogumu açmıştım ve ilk yazım dogum gunu ertesi gittiğimiz Uzunya kahvaltısı yazısı olmuştu.
Bu seneki kutlu doğum haftamda gectiğimz senelerdekİ gibi çok kıpırtılı değildim nedense. Yaşlanmak böyle birşey sanırım. Ben 29'uma girdiğimi düşünürken arkadaşlarım 30 olduğumun altını çizdiler.İşte şu bir türlü sonuca bağlanamayan doğduğunda sıfır yaşında mıydın? Mevzuları. Ha bu arada
Doğum günüm 09.09 yani izmirin kurtuluş günü öyle de anlamlı, ama biraz daha derinleştirecek olursak:
*Celal Bayar, İktisat Bakanlığı görevine atandı (1932).
*İzmir Fuarı ilk kez Irak, İngiltere ve Sovyetler Birliği’nin katılımıyla uluslararası bir nitelik kazandı (1936).
*Kuzey Kore, bağımsızlığını ilan etti (1948).
*Cumhurbaşkanı Eisenhower ilk yasal insan hakları bildirgesini imzaladı (1957).
*Robert Koleji, Boğaziçi Üniversitesi oldu (1971).
*Keban Barajı ve Hidroelektrik Santralı Başbakan Bülent Ecevit tarafından açıldı (1974).
*Çin Halk Cumhuriyeti lideri Mao Tse Tung öldü (1984).
*Sinema sanatçısı ve yönetmeni Yılmaz Güney, Paris’te mide kanserinden öldü (1984).

Bir de bu sene Mustafa Sarıgül'ün 999 eylemi vardı CHP genel merkezi önünde :)Sanırım istenen performansı alamadılar.



Her ne ise benim şansıma bu sene çok güzel birşey oldu. Her sene Selamiçeşme Özgürlük Parkında düzenlenen Antep Yemekleri Şenliği ramazan sebebi ile 9 Eylül tarihine alındı. Bir kaç senedir gitmek isteyip fırsat bulamadığım bu etkinliğe bu sene sonunda katıldım.Allahım o ne kokulardı öyle.Bir çok tanıdığımız kebapçı,baharatçı,tatlıcının standları orada idi.Bir yandanda konser veriliyordu Antep türküleri ile.
Çok sözü uzatmadan resimlere geçeyim

Yoğurtlu patates aşı.

SAHAN'ın katmeri. num num nummmmmm!

kilis kebabı ve pirpim aşı


fıstıklı sarma


turşuluk acurlar biberler

Monday, August 13, 2007

onlar ermiş muaradına, biz çıkalım kerevetine ....




Söylenecek çok fazla bir şey yok.Ruşiko'nun şahidi ben oldum. Söylenebilecek en güzel sözü annem ifade etmiş. "Onlar birbirlerinin hayatlarına şahitlik ettiler bunca yıl." diyerek.

Monday, July 30, 2007

Sanchez'in Çocukları


Bu hafta son Sanchez’in Çocukları adlı filmi izledim.Oscar Lewis'in romanından 1978 yılında uyarlanarak film haline gelmiş.Baş roller yerine başroldeAnthony Quinn (Jesus Sanchez )oynuyor demek benim için daha dogru çünki filmde çok fazla karakter var ve bence ana karakter sadece Anthony Quinn in kendisi. Jesus Sanchez Mexico City’de gecekondu mahallesinde yaşayan yoksul bir ailenin reisidir. Çocukları çok küçükken eşini kaybetmiş ve geri kalan yaşamaını çocuklarının bir arada olmasına adamıştır.Ama sevgisini asla ifade etmemiştir.Filmin ilerleyen sahnelerinde anlaşılır ki Sanchez’in ayrıca başka kadınlardan da gayri meşru çocukları vardır. Oldukça yoksul bir hayatın içerisinde nerdeyse babaları ile hiç iletişim kurmadan yaşanan bir hayat.Tek odalı bir evde yerde 10 dan fazla kişinin uyuduğu bir düzen. Sanchez’in yeni kadınlarının evde yarattıgı huzursuzluklar, geçim sıkıntısı tam da gecekondu yaşamlarını ve burada yaşayan insanların hikayelerini etkileyici bir şekilde anlatmış. Tek gayesi bir toprak sahibi olup kendine ait bir ev yapmak ve tüm çocukları ile birrikte oturmak isteyen Sanchez’in 30 yıldır çalıştığı firmadan zam istediğinde tereddüsüz kapıyı göstermeleri sınıflar arası uçurumu ve kayıtsızlığı güzel ifade etmiş bence.
Filmin bana dair 2 güzel hatırlatması oldu. İlki film başladığında birden çocukluğumun 32. Gün programı başalayacak sandım meğer bu flimin soundtracki imiş. Chuck Maglione’nin Children of Sanchez'i imiş meğer bu şarkı ve de grammy ödülü almış:)


Diğer bir hatıralatma ise filmi izlerken birdenbire aklıma ilk okulda okuduğum Muzaffer İzgü’nün Gecekondu romanı geldi. Yani o dönem okuduğun kitapları say deseler belki hatırlamakta zorlanırdım ama filmin örgüsü birden bire romanın kapağı ile birlikte kafamda çakmasına neden oldu.1970 Baskısı bugünki kapagından farklı bir resimle. Muzaffer İzgü’de romanlarında zaten farklı sınıfların yaşayış biçimlerini işleyen bir yazarımız.Bir de Ökkeş serisi vardır ki burada anlatması zor:)

Saturday, July 28, 2007

Şişli Ekolojik Pazarı

Vee ertesi günün gecesinden merhabaaaaa. Başlıktan da anlayacağınız üzere sonunda Şişli ekolojik pazarına gittim. Aslında pazar tam olarak Feriköy de kuruluyor. Biliyorum ki pek çoğunuz gitmek istiyorsunuz ama tam olarak nerede olduğunu bilmiyorsunuz İşte bendeniz size krokiyi veriyorum.

Pazar yeri oldukça rahat gezilebilecek bir yer,sıkışıklık yaşamadan rahatça dolaşabiliyorsunuz.Belediye üzeri kapali güzel bir pazar yeri yapmış. Tüm tezgah sakinleri oldukça nazikler öyle ki sizinle paylaşmak için resim çekme çabalarım sırasında onları rahatsız etmiş olma ihtimalinden oldukça gerilmiştim ancak sağolsunlar o konuda da çok yardımsever davrandılar.
Bu gezim daha çok keşif amaçlı idi.Sadece çok güzel bir zeytinyağı aldım.
Pazarın iki ucunda pazar ziyaretçilerinin karınlarını doyurabileceği çok lezzetli yiyecekler yapan tezgahlar mevcut.Burada çok ceşitli gözlemelerle birlikte katmer, yaprak sarması ,çeşitli kurabiyeler, kekler de mevcut tabiki tamamı organik.Bir de çay büfesi var ki buradan da organik çay içiyorsunuz ya da organik meyvesuları. Organik çorba da mevcut. Genel olarak organik gıdaların normal gıdalara göre daha pahalı satıldığını söylemek mümkün.Ama daha meşakkatli bir yetiştiricilik olduğu da kesin. Az önce belirttiğim gibi resim çekerken biraz gerildiğim için çok başarılı resimler çekemedim. Kendimi iyice Japon gibi hissetmeye başladım ki pazarda Japon bir çiftle karşılaştım.Onların fotograf makinası yoktu ama.:)
Resimden de anlaşılacağı üzere pazarın destekçileri Buğday derneği Şişli, Belediyesi ve Mulipa mamaları.

Organik katmer ,tabiki organik bal ,kaymak ve fıstık ile.
Organik Baharatlar




Enginarlar süper görünüyor değil mi Bolu da yetismiş ayıklanmamışı 1.5 lira ayıklanmışı ise 2 liradan satılıyor.
Muhtesem karışık gözleme

Friday, July 27, 2007

Portakallı kek :)

İyi geceler herkese. Kek bayatlamadan yazayim istedim. Hep yedigini içtigini yazıyosun hiç yapmıyor musun diye akıllara soru geliyorsa ;bu meramanınıza cevaben yazıyorum. Bu Cumartesi sabahının 01:11 inde. Seçilin canı bir kaç gündür kek istiyordu. Evde Nermin Öztürk yapımı turunç konsantresi ve portakal kabuğu sekerlemeleri de olunca daha önce hiç denemedigim portakallı kek yapma fikri aklımıza geldi. İlk kekimi ilkokul 3 de evde tek basına kaldığım dönemlerde yapmıştım. Evde tek başına kaldıgımdan ocakla uğraşmam yasaktı. Yemekler hep zeytinyağlı yapılıdı ki okuldan geldiğimde ısıtmak zorunda olmayayım diye.Ama merak iste! Allahtan çok güzel olmuştu da onun şaşkınlığından azar işitmeme fırsat kalmamıştı. Zira çalışan bir annenin misafir kabulleri için artık kek yapımını delege edebilecegi bir yamağı olmuştu.:) İlk kakaolu kek yapmıstım sonrasında da "kara kız" diye bilinen ıslak keki öğrenmiştim ,bunu havuçlu cevizli ve elmalı tarçınlılar izledi. Her ne ise malzememize göre bugün de portakallı yaptık işte.Gelelim tarife:
3 yumurta
1.5 su bardagı şeker
1/2 su bardagı zeytin yagı
3 çorba kaşığı yoğurt
1 bardak portakal suyu
3 su bardagı un
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya
turunç konsantresi
portakal kabuğu şekerlemesi


Yazım sırası ile una gelene kadar tüm malzemeleri mikserde pürüssüz bir kıvama gelene kadar çırpıyorsunuz. Püf noktası yumurtaların oda sıcaklıgında olması; şekerle yumurtanın ilk önce uzunca çırpılması. Sonrasında unumuzu eliyerek ekledikten sonra kabartma tozunu ilave etmek ve üzerine bir kac damla limon suyu sıkmak. Vanilyayı da ekleyip hamur kıvamına gelene kadar karıştırmaya devam .Sonrasında da turunç konsantresi ve portakal kabuğu şekerlemesi ilave edilerek kısa bir süre daha karıştırıyorsunuz. Pek tabii portakal yerine sizler başka seyler de koyabilirsiniz. Fırının önceden gerekli ısıya getirilmiş olması önemli. 180 derece ısıda 30-35 dk kadar pişirmeniz yeterli .Mis kokular size dogru sinyalleri verecektir.
iyi haftasonları......

Tuesday, July 17, 2007

Bir film -Candy


Bir süredir evde film izlemeye fırsatım olmuyordu, dün şeytanın bacağını kırarak 2006 Avustralaya Film Eleştirmenleri Birliği tarafından en iyi kadın oyuncu ( Abbie Cornish) ve en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülü alan (Geoffery Rush) , Candy ‘yi izledim . Filmde Cornish ve Rush’a Casanova ve Brockeback Mountain dan hatırlayacağımız Heat Ledger eşlik ediyor. Film şu sıralar vizyonda, öncesinde 26. İstanbul Film Festivalinde uluslararası yarışma kategorisinde gösterilmişti.
Film uyuşturucu bağımlıların yaşamını işliyor olmakla birlikte başka bir bağımlılık olarak aşkıda beraberinde irdeliyor.Hem birbirlerine hem eroine olan bağımlılıklarından vazgeçemeyen ve hayatlarını tüketen ressam ve şair bir çift. Cornish ve Rush’ın bu çifti çok iyi oynadıklarını söyleyebilirim.Bu filmde nedense Cornish’i çok fazla Nicole Kidman’a benzettim.Yoksa tüm Avusturalyalı kadınlar birbirine mi benziyorJ.
Senaryo 3 başlıkta ilerliyor : heaven,earth ve hell.
Heaven da ilişkinin ilk başlarında, birlikte uyuşturucu kullanmaya başladıklarında aldıkları haz ve mutluluk hissini izliyorsunuz ama earth ve hell de dünyanın gerçeklerini ve nasıl bir cehenneme düşüldüğünü anlayabiliyorsunuz. Bağımlılık ve vazgeçebilme çabaları,vücutların nasıl tükendiği yada uyuşturucu bulabilmek için nasıl kolayca,sorgulamadan satılabildiğini.
Uyuşturucu koması sırasında Candy’nin (Cornish) bebeğini doğuma çok az bir zaman kala düşürmesi ve o bebeği doktorun elinden alarak sarılarak uymaları çok çarpıcı ve de bir sinir krizi anında Candy nin boyaları ile evin tm duvalarına hayatlarını anlatan yazılarla doldurması sahnesi oldukça etkileyici idi.
Bunalım şeyler izlemek istemiyorsanız bu filmi de izlememelisiniz. Ama insan hayatındaki bağımlılıkları ve yaptıklarını sorgulamak isterseniz başarılı bir anlatıma sahip.
Aslının bilgilendirmesi üzerine filmle ilgili Hıncal Uluç'un köşesinde yazdığı okuyunca öğreniyorum ki "Candy" aynı zamanda Avustralya sokak dilinde eroin anlamında kullnılmakta imiş.Yani hem Candy'ye hem "Candy" 'ye olan bağımlılık. Güzel bir ayrıntı. Bunu öğrenince Aslı ile aklımıza bir kaç sene önceki festivallerden birinde izlediğimiz "On Top Down Under" filmi geldi, zira filmdeki bay ve bayan karakterlerin pozisyonları bu isme uygundu ama :) aslında down under ile filmdeki kızın avustralyadan olduğu on top ile de erkeğin ise kuzey kutbundan olduğuna vurgu vardı :)
Yakında görüşmek üzere, sevgiler....

Wednesday, June 27, 2007

10 dönüm bostan yan gel Osman :)

Bu sefer dönüp işe başlamak biraz zor oldu. Annemin tabiri ile “ 10 dönüm bostan yan gel Osman” günleri sona erdi. Mersin’den İstanbul’a gelindi ve rutin koşuşturmalar başladı. Aşırı sıcaklar da cabası. Sevdiklerim bir yana geride neler bıraktım neler....
Mis gibi tantuni,Anneciğimiz sevgi ile yetiştirdiği meyveler ve sebzeler, yaylanın serin havası ,çam ormanları, papatyalar, denizin huzur veren sesi ,kızgın kumlar ve serin sular :), patatesli-çökelekli sıkma , ev yapımı lahmacun, anne ve babamın Adana ve şiş kebabı ,şalgam,künefe ve daha bir sürü şey....... Sizleri başbaşa bırakayım :)








Annemin meyvelerinden :)




Friday, June 8, 2007

Gezenti Günler.....

Sonunda okul bitti ve “gezenti” (İzmirliler çok gezenler için bu tabiri kullanıyormuş) günleri başladı.İlk gezintim İzmit’e bağlı Karadeniz’in minik sahil kasabası Kerpe’ye oldu. Cebren ve hile ile bana ertesi günün hava durumunu soran Özgür’ün planlarını öğrenip kendimi bu geziye davet ettirdim. İyi ki ettirmişim. Çok fazla turizm anlayışı ile tanışmamış tahminimce yakın bölgedekilerin yazlıkçılarının çoklukla bulunduğu minik sevimli bir yer. Nasıl gidilir? , Ne yenir?, nerede kalınır ? sorularının kısa cevaplarının oldugu bir kasabamız.

-En kısa yolun en iyisi olduğunu düşünenler için otobandan 1,5 saat. Manzara isteyenler için Şile,Ağva üzerinden sanırım 3 saati buluyor.
-Karagöz restorantta balık yemek
-Küçük pansiyonlar var ancak kısa zamanların konforlu tatilleri için Varuna Otel (www.varuna.com.tr) en uygunu görünüyor.
Görülmesi gerekenler kısmında ise Kayalıklar var. Ağlayan Kayalıklar diye de biliniyor. Dalgaların şekillendirdiği Antalya falezlerine benziyen gençlerin atlayış denemeleri yaptığı bir yer,manzarası çok güzel.
Kerpe’ye kadar gitmişken Kefken’ i de görelim istedik. Benim için çok çıplak bir yer çok hoşlandığımı söyleyemiyeceğim.
Günün en eğlenceli kısmı kendi aramızda spontan bir şekilde gelişen dizi hatırlma oyunu idi. Yaşım elverdiği ölçüde :P zorladım tartışmalıda olsa galibi bn oldum sanırım. Ancak Yalan Rüzgarı dizisinin tüm karakterlerine hakim olan bir erkekle karşılaşmak şaşırtıcı idi. Ama sanırım bu Burçak ın dizinin tutkunu olması ile değil detaycı hafızası ile açıklanabilecek bir durum.J

Wednesday, May 30, 2007

bitsin artık bu çileeeeeeee

Bu resimler okulda gecenin görmeyen saatlerinde proje hazırlanırken çekilmiştir. Uzun bir süredir görüşemememizin yegane sebebi budur. Bu yaştan sonra lise yıllarındaki gibi okul yaz tatilinin gelmesini beklemek hayli sinir bozucu. Hersey cok bıktırıcı gerçekten. Dönem başlarken ki yazılardan birinde Kemal Hoca'dan insaf istemiştim ya, hala istiyorum:) . Sevgili buddy nix'in de yardımları ile bu işten de kurtulmayı umuyorum. Şafak3!........


Friday, April 20, 2007

Ayrılıyoruz........

Değişik gelişmeler oluyor.Farklı bir mevsim başladı ondan mıdır nedir?
Ayrılıyoruz.........
Kiminle?
Birbirimizi arkadaşlarımızla tanıştırıken hep söyediğimiz “ kuzenim,ev arkadaşım,kardeşim,heşeyim” le.Tabiki çok dramatikleştirmek istemiyorum .Bu ayrılık güzelliklerle geliyor.Sadece burukluk.Farklı birşey bu .Hoş daha hemen de ayrılıyor değiliz ama girdik işte bir kere o yola.Hersey 996 nın (tarih konusurken bin i atlayarak söylemeyi seviyorum,eskiler gibi) Ağustosunda başladı. Yani “bizimkisi, bir aşk hikayesi,siyah beyaz film gibi biraz .....”
Benim üniversiteyi kazanıp İstanbul’a geleceğim belli olduğunda hiç tereddütsüz evini bana açan kuzenim.Ve bunun üzerine geçen dolu dolu 11 sene. Şükür ki zaman bizi hiç utandırmadı. Zaman ve yaş ilerledikçe daha iyi ölçebiliyorsun;hiç kolay birşey değil biri ile aynı evi paylaşmak ,ki o yıla kadar biz deniz tatillerini birlikte yapan kuzenleri idik ,güle oynaya çocukça muzurluklarla.İşte sonra birbirimize de hep söylediğimiz gibi neredeyse bir evlilik hayatı başladı.Dile kolay 11 sene.Ben çokça gezip tozmalarımdan dolayı evin erkek figürü olarak adlandırıldım ama hep planladıgımız komik gelin-damat pozunu çekip bir türlü evimize koyamadık.Düşünüyorum da o kadar çok şey yaşadık ki , tam 4 evimiz oldu hepsinde çok farklı anlılar, kişiler bıraktık..Hepsini sıcaklaştırabilmek sahiplenebilmek için içlerine yaşanmışlıklar koymaya çalıştık.Çokça konuştuk,çokça sustuk,çok fazla güldük ,yıpranmayacak kadar ağladık.Oldukça büyüdük,mümkün olduğunca çocuk kaldık.Oldukça büyümüş olmalıyız ki başka hayatlara yelken açma zamanlarımız gelmiş.Oturup anlaşmalı ve medeni bir şekilde ,tek celsede ayrılık kararı vermişiz .
Çok mu anlaşılmaz oldu buraya kadar yazdıklarım.
Ayrılmamız gerekiyor çünki biricik kuzenim evleniyoooooorrrrrrrrrJ
Tek taşını kendi almadan ,tek başına takmadan..........
Şimdi bize güzel koşturmacalar telaşeler düşüyor.
Eminim tüm güzellikler onun olacak.
Çünki patlayan atom bombasının mantar bulutunu çoktaaaaaaaaaaaaaaan ardımızda bıraktık.
Mutluluk onun önünde eli ile dokunabileeği kadar yakın.
Baktığımız yerde güzel şeyler görüyoruz biz:)
Bizi bekleyen güzel şeyleri.






Friday, March 23, 2007

alıntı

Bencilliğin süzgecinden geçmiş sözcüklerle kuruyorum cümlelerimi. Ve yine sevdiğim yazarıma bırakıyorum sözü: “Yaşamın, daha doğrusu yaşamın ortasında, tüm özlemlerimin doyumsuz kaldığını nasıl da algılıyorum. Ama artık yorulmaksızın aramak yok. Aranan yaşantılar arandı. Yaşandı. Bir kısmı gömüldü. Yeniden toprak oldu. Canlılıklarını duyduğum, canlılıklarını birlikte bölüştüğüm bir takım insanlar gitti. Onlar adına, onları da özlemek, onlar için özlemek, onlar için sevmek. İnsan yaşamının mutlak en önemli olgusu sevilen bir insanı özelemek, istemek. Onun yanındayken de özlemek, istemek. Oysa yaşam genellikle insanan bir başına kalmasıdır. Uyukuda. Uykuyu ararken. Derin uykuların ötesinde bile zaman zaman düşünde sezinlemiyor mu insan bir başınalığın çaresizliğini. Yollarda. Okurken. Pencereden caddelere bakarken. Giyinirken. Soyunurken. Herhangi bir kahvenin içinde oturan insanlara gelişi güzel bakarken. Hiçbir şey aramazken......
........Kıyısında gezdiğin deniz senin değildir. Kanını akıtamadığın kent de. Sözünü etmediğin, birlikte yürümediğin sokakların başkasına ait olduğu gibi. Yaşamadağın aşk da senin değildir. Söylemediğin sözün senin olmadığı gibi. Anlatamadığın, yaşayaşamadığın, yaşatamadığın duygular da...Şimdi ben de düşünüyorum... Aşkın inadı olmaz. İnsanın inadı olur. Bencilliğin... Kendi başınalığın yalnızlıktan başka duygusu olmaz. Duyuramadağın sözcükler; uçup gider. Yazamadığın öykülere başkaları girer. Hayalini ettiğin filmlerin başkası, kendi gözüyle çeker. Ve sen öykünün tasvir cümlelerin birinde bir bağlaç ya da filmin fonunda bir taş duvar afişi olarak kalırsın. Çünkü hayat herkesten aldığı kadarıyla senden de intikamını alır. Yaşadıklarının kinini en sevdiğinden çıkarır insan. Bunun da farkındayım.......