Wednesday, October 15, 2008

Krizin ortasina Amerika

cok cok uzun zaman oldu ,13 gun oldu sanirim .chicagodayim .krizin ortasinda ve secime az kala burada hersey bana gore ayni. bir kac madde de aklima dusenler.

-aynen bizim ulkemizde oldugu gibi carsi pazar dolu.hani bizde diyoruz ya all alla demekki paraa var herkes nasil oluyor da bu kadar alisveris yapiyor die.herkes kartla harciyor.

-secimlerde obama acik ara onde gorunuyor bende onu destekliyorum ama bir yandan da birbirinden farkli degiller diyorum.obama iraktan cekilelim diyor ama iraktan cikip afganistana girmeyi dusunuyor. vergileri orta kesimden degil ust kesimden ve buyuk sirketlerden alacagim diyor ama o zmanda sirketler isci cikartiyor.iste klasik ekonominin paradoxlari.

-obamaci degilseniz ayrimci olmakla itham ediliyorsunuz.tabi birisi sadece siyah oldugu icin mi secilmeli buda baska bir dilemma.

-ama bence zaten bu ulke hala ayrimci yani sehrin kuzeyi ve guneyi var ve guneyde tamamen siyahlar yasiyor.gecenlerde kezban hateminin bu ulkede azinlik olmadigim icin mutlu hissediyorum dedigini okudum.azinlik olmak yasanmadan anlanibilinecek birsey degil gercekten. burada siyahlarin oldugu bolgedeyim ve sapsari beyaz bir sekilde ortaliga aciktiginda ister istemez tuhaf hissediyorsun.bakilsar degisiyor vs vs vs

-ama iste baska ulkelerin demokrasilerinden kendini sorumlu hisseden amerikada hala sinifsal renksel ayrim var.

-ve siyahlarin oldugu bolgeye genelde beyaz polisler veriliyor.

-tv de surekli saglikli yemek pisirme programlari ve tam zamanli fitness kanallari filan var ama hala herkes kocaman.ama sehir merkezinde gokdelenlerin arasinda minicik taytlariile kosuya cikmis insanlarla da karsilasiyorsun.

-hersey sanki bir goruntuden ibaret michigan ave.buranin merkezi gorkemli yeri ,tum luks magazalar falan filan.arka caddeden yuriyeyim dediginde hic ama hic birsey yok.bombos sokaklar. neredeyse hic dukkan yok ondeki ihtisamli binalarin arkalari sadece.buralarda oel avrupadaki gibi sokak kesfetmece yok.NY yi ayri tutmak lazim belki.

-kiyafet konusunda inanilmaz rukusler.magazalardaki herseyi cok zevksiz buluyorum .ust segment department storelarda manola blahniklere filan baktim yeminle soyluyorum bizim laleli de rusya icin yapilan ayakkabilarla ayni kalitede.laboutine ler filan gusel ama yerlere goklere sigmayan bircok marka bence dokuntuden ibaret
-allahim egitim ne kadar pahali hukuk yada tip filan okumak icin 300 bin usd vermeyi goze almalisiniz sadece okul icin .ama en cokt aonlar kazaniyor. okumak icin zengin olmalisin ve bitirincede zenginligine zenginlik katiyorsun. ogrenciler kredi kullaniyorlar okul icin.
-0 faizli kredi kartlari var. 6 ay yada 1 yil faizssiz sana para kullandiriyorlar.1000 usd alisveris yaptin azar azar odeyebilirsin nasil olsa faiz yok.
-department store kartlari ornegin macy"s; efendim premium kartin olunca tek farki belli adet hediye paket ettirme hakkin oluyor.ama burda hediye paketlettirmek 20-25 usd.
-oyle atm nin onunde araba ile durim -sinyalleri acik birakiimbir para cekim geliiim yok .dit dit arkandalar hemen ticket-ceza oduyor sun.
-marketlerdeki otomatik odeme kiosklari super gidip makinaya aldiklariniokutup ister nakit ister kartla makinada odeme yapip cikip gidebiliyorsun.
-himm yeme icmeden cok bahsetmedik ama en sevdigim sey outback avusturalya restorantinda yedigim steak-coco nut roasted shrimp veeee thunder down under die bir tatli yani ustu dondurmali bir brownie ama oyle boyle degil.
ist eoyleyken boyleeeeeee
ozetle ameriak cok bena gore bir yer degil .hersey cok yuzeysel ve yapay.ama istanbulum oyle miiiiiiii cok ozledim cooook

Wednesday, September 10, 2008

Galata Kiva Han


Anadolu yakasındaki Çiya restoran herkes bilir.İşte Çiya nın Avrupa yakası versiyonu ise Kiva Han.Yani yöresel Anadolu yemeklerini tadabileceğiniz nadir yerlerden biri.Uzundur gitmek istiyorudum. Ankara'dan aniden gelen ve dışarda iftar açmak isteyen bir arkadaşımız olunca hemen aklıma burayı denemek geldi.Öncesinde konuğumuza Galata kulesi turu da yaptırmış olduk:) Benim 3. yada 4. çıkışım ama yine de keyifli İstanbul'a oradan bakmak.Bugünlerde İstanbula hep tepeden bakar olduk:)


Gelelim Kiva Han'a bence yemekler çok güzel.Zengin bir deneme yapmak istediğim için ben de iftar menüsü aldım.Uzun uzun anlatmaktansa menüyü buraya koyuyorum:) Yemekler süperdi.Ayrıca aylül ayının Lezzet dergisinde Kiva'nın şefi bu lezettli yemek ve şerbetlerin tarifinide vermiş.mutlaka edinin derim. Sübye,sumak şerbeti,yeşil şifa şerbeti neler neler....
İlk başta porsiyonlar küçükmüş gibi gelmesin sanki çorba az ,zeytinyağlı az gibi; çok feci doyuyorsunuz.Ve fiyat kesinlikle çok uygun.Yakında restorantın ikinci katı da açılacak ve hatta diğer katlarda otel haline getirilecekmiş.İçkili bir restoran.Ancak iftar vakti içki soran bir turiste saat 9'dan sonra servis yapabiliriz diyerek oradakilere de hassasiyet gösterdiler.Tutanla ilgili birşey olmasa da ince bir davranıştı.İlgilenenler için :http://www.galatakivahan.com/2.htm

Friday, September 5, 2008

Şehr-i İstanbul

Herkes biliyor ya hiç yazasım edesim yok .Hiç güzel zamanlar değil .Yazacak pek birşey de yok .Tam bugun kuzanim nasılolur ya sen yazarsın birşeyer yapıyorsundur dedi ki, 1 saat içerisinde kendimi helikopterde İstanbul semalarında buldum.Nasıl iyi geldi.Bu bayıldığım şehrin tepeden görüntüsü ne kadar güzeldi. Taksim Meydanı

Haliç

Beşiktaştan Balmumcuyaaa


Okuluuuummm

Tuesday, July 8, 2008

TATİL-Soğucak

Gelelim tatilin ikinci bölümüne.İzmir-Çeşme faslından sonra Mersin durağına geçtim.Mersin’in sıcağından ise Soğucak yaylasına kaçtım:)
O tarflarda yaşayanlar bilir ki yazın şehirde kimse kalmaz. Ya yazlığa ya yayla evine. Yaşım gereği :P yazlık çok yorucu bir fikir geldi.Sıcak ekstra yoracak, sürekli giyin soyun, kumları temizle, güneşten korun gibi çabalamalar yerine ; çam ormanının dibinde serin hava, kuş sesi dışında hiç bir ses yok ,annemin bahçesinden tazecik sebze meyveleri ,akşam üzeri orman yürüyüşleri daha cazip geldi.Sicilyalı Seçil için yayla zorlayıcı bir seçenek olmasına rağmen yaylaya çıktık.Döneceğim güne kadar da Mersin’e inmedim. Hersey tek kelime ile mükemmeldi.

Günler sakin ve huzurlu geçti.Seçil'le uydu yayınından Düğün Tv izledik. Yurt dışında yaşayan gurbetçilerimizin düğün kayıtları bu kanal aracılığı ile herkesle ve özellikle düğüne katılamayan Türkiye’deki yakınları ile paylaşılıyor. Annem akrabanızın düğünü olsa izlemezssiniz die bize takıldı tabi ama bizim yegane amacımız gurbetçilerin düğün modasını takip etmekti.:) 2 avusturya, 1 Almanya , 1 de Fransa düğünü izledik.Ve hepsinde gelinliklerin vatkalı bolerosu vardı. Ayrıca ailenin birinci derece yakınlarının tuvaletleri de bolerolu idi. Benim gurbetçi olan vatandaşlarımız ile ilgili görüşüm şu ki :Buradan başka bir ülkeye gittiklerinde ister istemez kendilerini, kültürerini, yaşamlarını koruma altın almaya çalışıyorlar.Bunlar doğru ve anlamlı kaygılar ama bunu yaparken kendilerini çok fazla dünyaya kapatıyorlar ve buradan göç ettikleri yıl herşey nasıl ise o yıl da donup kalıyorlar.Halbulki Türkiye’de bıraktıkları yakınları ilerlemeye devam ediyor.Özellikle de giyim kuşam modasında. Bu düğünlerle gördüm ki bu konudaki donma etkisi biraz kırılmış ama yine de bir 3 yıl geriden geliyorlar.Bolca film izledim bunların arasında özellikle Yasak Bölge (La Zona) yı mutlaka izlemelisiniz, Kaldırım Serçesi’ni (La Vie en Rose/La Mome ) de çok beğendim Edit Piaf ı bir başka dinliyorum şimdi ,ayrıca Marion Cotillard gerçekten ödülünü hak etmiş.Diğer bir film de Mimar (Architect).
Tüm bu güzellikler son gün muhteşem mangal partisi ile ayrıca ödüllendirildi.Bir jubile havası yaratıldı :) üzerine künefe öldürüldü. Ve sonunda tıpış tıpış İstanbul’a dönüldü :(

Friday, July 4, 2008

TATİL-İmir-Çeşme

Zaman su gibi akıp geçti .1 haftalık izin yetmedi. Daha önceleri her tatilimin maksimum dördüncü gününde İstanbul’a dönmek isterdim. Sanırım yaş ilerledikçe yorgunluklar da artıyor ve atması çok da kısa sürmüyor. Aslında biraz da koşturmacalı geçti. İznimin ilk gününde İzmir’de arkadaşımızın düğününde idik. Cumartesi sabahtan 5 kişilik bir ekip araba ile Yenikapı’dan gezimize başladık. Bu beş kişinin iki kişisi çok önemli :) süper ikizler Nur ile Gül. Tam benim kafadan. Google’dan İzmir'de ne yememiz ne içmemiz gerektiğinin hepsi arastırılmış. Kalacagımız otele hangi sapaktan döneceğimizin haritası çıkartılmış ve daha ne detaylar. Bu iznin bir gıda turizmine dönüşeceği daha ilk günden belli oldu yani. İlk olarak Yol üzerinde Varan tesislerinde Susurlık ayranı,çiğ börek ve kaşarları dışarı tasan koca tosttan yenildi :)

İzmir’e girdikten sonra Kordon’a adım atar atmaz süper ikizerin buldugu hemen herşey önümüzde dizilmeye başladı. Osmanlı şerbeti içilecek yer,dil şiş yenilecek balıkçı ......Karınlar da acıktıgı için otele gitmeden hemen Balık Pişirici Veli Usta’da dil şişleri yemek için durduk.Dil şiş süperdi ama salata ve pamuk gibi kalamarı atlamamak gerekiyor.Salatanın zenginliği Ege’de oldugunuzu hatırlatır nitelikte.
Tum detayları anlatmak çok uzun sürer ben direk ugrak noktalarından bahsedeyim:) Nikah ile Akşam yemeği arasında üşenmeden üzerimizi değiştirip dooooğru Reyhan Pastanesinin yolunu tuttuk. Pastanede masa bulabilmek için masa sırası bekledik. Kulaklıkla dolaşan garsonlar sürekli birbirleri ile haberleşiyorlardı. “ Masa 7 kalktı kasaya yürüyor, Masa 10 hesap istedi .....” Öyle kalabalık ,popüler ve organize bir pastane yani.) Bir sürü değişik pastaları var.Lili,poko ve adını hatırlayamadıgım kadar değişik isimler. 6 kişi olarak 6 değişik pasta söyleyip masada tam bir çekirge grubu olarak davrandık. Kimsenin eli kolu kendi önünde değildi.6 ‘nın 5 li kombinasyonları şekline herkes her pastadan denedi. Masadaki telaş ,rekabetçi ortam görülmeye değerdi... Pastalar için bakınız : Reyhan

Ertesi gün sabah kahvaltısından sonra dooooooğru Alaçatı. Alaçatı gezildi turlandı akabinde hemen Ilıca'ya geçildi .
Tabikiiiii ilk durak Kumrucu Şevki... Orada da öyle bir saldırı durumu olduku ancak yedikten sonra resim çekebildik:(.
Akşamında ise muhtesem Dost pide ye gidildi ve Tahinli pidenin gözüne vuruldu.

Ancak buradaki herşey cok güzel ve lezettli.şiddetle tavsiye edilir.Bu tatil yazısı çok uzayacağa benzer .çeşme sonrasındaki Mersin-Soğucak kısmını sonraki yazıya .Görüşmek üzere.

Wednesday, June 18, 2008

Benim Yelkenli


Santral İstanbul'un içerisindeki Otto ya akşam ziyaretlerimiz olmuştu ama sabah kahvaltısını hiç denememiştik.Dışarıda kahvaltı yapmaya cesaret göstermek için geç bir saat oldugundan Otto'yu deneyelim dedik.Malum herkes deniz kıyısını tercih etmiştir diye.Yanılmadık ta. Oldukça sakin rahatsız etmeyecek bir kalabalık vardı. Tam da o günki bohem durumuma uygun. Kahvaltı servisleri ve ürünleri çok güzel ve kaliteli ancak bahsedeciğim şey başka.
Kahvaltı yap ,gazeteni oku filan derken masadaki minik bardakların içerisindeki pastel boyalara gözüm takıldı.Faber Castel marka ama biz bu türün ilk örneklerini İlk okul sıralarında Monami -Oil Pastels olarak tanımıştık.Tabiki daha pahalı idi, birde daha satın alınabilir olan Faber Castel'in daha mumlu arada beyaz boşluklar bırakan türü vardı. Monamiler ise kağıtta hiç beyaz nokta bırakmazdı adeta bir kalıp gibi kapatırdı.Pembe beyaz üzerinde Japonca yazıların oldugu çekik gözlü çizgi karakterlerin olduğu çıt çıt lı bir Çanta kutu içerisinde olurdu.Anne babaya o kadar pahalısını almaya ikna etmişsseniz bile kullanamaya nerdeyse kıyamazdınız hemen eriyip bitiyor diye. Eridikçe dışındaki kağıdı yırtmaya kıyamazdık .En azından ben. Zira sene 80'ler .Evet bir dışa kapıları açma durumumuz var ama herşey çok pahalı.Kıbrıs'tan walkman getirmeler.Yurtdışına gidene Nike sipariş vermeler filan.Benimki o kadar kostüm siparişli bir çocukluk olmadı ama ilk walkmanim Sony, Kıbrıstan, ilk bilgisayarım Amiga 500 daha hiç görmediğim İstanbul Doğu Banktan gelmişti. İşte böyle bir flashback ler silsilesinden sonra ellerim pastellere gitti.Otto'da önünüzde duran servis kağıtlarını ters çevirip masadaki boyalarla istediğiniz gibi boyayabiliyorsunuz.Hatta sonrasında duvarlarına asıyorlar.Resimle ilişkim ilkokul da başlamış ve bitmişti.Yaklaşık 20 senedir elime pastel boya bile sürmemiştim.Birden aşka geldim kağıdımı ters çevirip boyamaya başladım.Sanırım içimdeki puslu havayı dağıtmak istercesine turkuaz bir deniz çizdim biraz dalgalı.Sonra boyadım da boyadım :) Nasıl iyi geldi nasıl mutlu oldum anlatamam.Çocuklar gibi şen :) Hatırladım ki küçükken resim yapmak benim için gerçekten tablolardaki gibi resim yapabilmekmiş.Öyle yapamıyorsan resim yapabiliyor saymazmışım.Hep rönesans dönemi tablolarmı görmüşüm nedir?:) Ya gerçek kusursuz bir surat çizebilmeliydim ya da bir agaçsa tüm o yaprakların hakkını verebilmeliydim.Birisi de Picasso'yu filan tanıtsaymış belki kendime ket vurmazmışım:) ( Daha çocukken bile nasıl kalıplar koymuşuz kendimize değil mi?) .İşte öylece boyadım durdum. Herhalde içimdeki kapalı hava çok izin vermediği için biraz da kontast kaygısı ile gökyüzünü geceye çevirdim.


Bu arada nasıl bir yağmur başladı sanki yüreğimi serinletti. Yelkenli için istediğim mor-pembe karışımı rengi yakalayamadım ama hoşuma gidene kadar karıştırdım.Sonra denizin içerisine renkli deniz hayvanları çizmek istiyordum ki yıldızlardan sonra bıraktım. Şonra şöyle bir baktım resme :) yelkendeki renk karışımlarına ve gökyüzündeki yıldızlara Vincent van Gogh tan esinlenmiş buldum kendimi:) Yıldızlar tıpkı ışıklar tablosundaki gibi:) Esinlenmiş bulmak bile kendime ket vurdurdu. Sevgili Aslı ile esinlenme yada özgün olmadan bahsederken kendimden bu örneği verdim. Resimden hoşlandı ve bloga koymamı salık verdi:) Ben de yazıverdim işte.
Yazdım da yazdım öztele ne deseeemmm :
-kendimize hayatta hep engeller koyuyoruz ve kalıplar , durupta bir sormuyoruz kim söyledi ki bunun doğru olduğunu diye.
-eski küçük detayları hatırlamak ve anmak mutlu ediyor.belki geçmişe çok bağlıyım dır.
-tekrar anladım ki ki geçmişteki iyi şeyleri hatırlayıp bağlı kalmakta sakınca yok ama kötüleri mutlaka unutup,affedip ,geride bırakmazssak yolumuza asla sevgi ile devam edemiyoruz.Hayat birgün bir yerde unutmadıklarınızla affetmediklerinizle sizi sınayıveriyor. Karşınızdakilere istemediğiniz şeyler yapabiliyorsunuz.Bunların tamiri ise daha yorucu olabilir. Yani geçmişe mazi yenmişe kuzu derler diyip olayları orada bırakmak lazım :)

İşte öyleykeeen böyleeeeee
Ne kestin koç ,ne yedin hiç :) (içimden geldi)

Tuesday, June 17, 2008

Bağdat Ocakbaşı -Cezayir'in Yeri

Geçtiğimiz ay Milliyet Pazar'da Vedat Milor'un Güngören'de bulunan bir ocak başını methettiği yazısını okumuştum. Başlığı "Hayalimdeki Ocakbaşı" idi. Hatta sakatat pişirim konusunda özellikle iyi ,diğer kebap ustalarından Hamdi Bey gibi Birecikli olduğundan ve tam not verdiğinden bahseden bir yazı idi.Pazar günü Güneşli taraflarında iken karnımız çok acıktı ve bizi ancak kallavi bir yemek paklardı.Aklıma bu yazı geldi.Tanıyanlarınız bilir ki konu hele de yemek olursa araştırmadan sonuç alana kadar ulaşana kadar vazgeçmem.Hemen teknolijinin nimetlerinden yararlanıp cep pc ile milliyet.com.tr/vedat milor/tüm yazıları şeklinde bir aramadan sonra restorantın telefonunu bulup aradık ve tarifi aldık.Güngören taraflarını bilmiyorum ama basitçe Kale Center alışveriş merkezinin önündeki rampadan yukarı dogru devam ediyorsunuz, bu yol sizi Güngören Kaymakam'lıgına götürüyor.Tam kaymakamlık binasının karşı sokagında Bağdat Ocak Başı - Cezayir'in Yerini göreceksiniz.
Sakatatları denemedim ama kebapları gayet iyi idi özellikle kuzu şiş.Etler yumuşacıktı.Buranın usulu dürüm yemek şeklinde.Ama dürüm lavaş ekmeğine değil de tırnaklı tabir ettiğimiz pide ekmeğe yapılıyor.içine bolca salata konuluyor ve önünüze bir kagıt seriliyor, gömülerek yiyorsunuz:) Ben diğer tabaktanda nasiplenebilmek için servis olarak istedim.Müesseseyi biraz zor duruma soktum ama ricamı kırmadılar.Servis olunca porsiyonlar duble geliyor:).Ayrıca çiğ köfte ikram ettiler. Ve kendi yaptıkları ayran. Süperdi. Yani 4 porsiyon kebap + 4 ayran ve künefe ye 19,5 lira ödedik.İnanılmaz değil mi :) aynı sokakta 2 yerleri var.Ben tabureli olan ocakbaşında yedim.Yolunuz düşerse deneyebilirsiniz.
Ayrıca Vedat milorun yazısı ve resimler için.
Telefon : 0212 462 60 64

Tuesday, June 3, 2008

Hamdi Restoran- 2

Hamdi restorant yazımı hatırlayacaksınız.Peki bundan sonra neler oldu ondan bahsetmeliyim.Bir süre sonra blogumu okumuş olacaklar ki.Blogumun bağlı oldugu adreste bir e-posta ile karşılaştım.Çok nazik bi şekilde babama ve bana yaşattıkları kötü tecrübeden dolayı özür dilediklerini,bahsettiğim konularla ilgili gerekli değerlendirmeleri yaptıklarını ve uygun oldugum bir zamanda beni mutlaka yeniden misafir etmekten memnuniyet duyacaklarını belirten gerekli iletişim bilgilerinin belirtildiği bir mail.Beni şaşırtan ve sevindiren bu mesaja, ben de teşekkür ve memnuniyet bildiren bir cevap yazdım. Kötü tecrübeler yaşanmış olsa bile bu şikayete ilgi gösterecek ve düzeltmek isteyecek kadar müşteri odaklı bir anlayışa sahip olmalarının memnuniyet verici olduğuna dair. Benim e-postamın altında iletişim bilgilerim de var. Cevabın altında iletişim bilgilerini görür görmez hemen bir telefon aldım. (Bu ikinci önemli dikkatti bence.İletişim bilgim olmadığından ancak mail atabilmek,bu bilgiye ulaştıgında ise müşteri ile hemen bire bir temasa geçmek).Beni arayan kişi Hamdi restorant a tam 12 yılını vermiş olan Mehmet Öztürk bey idi.
Yaşadığım şeylerin neler olduğunu tahmin edebildiğini,bu tarz aksaklıkların kabul edilir olmadığını Kendisinin ,Hamdi beyin,Şevket bey in (Hamdi Bey'in oğlu) bu kuruma yıllardır ne kadar özen gösterdiklerinden bahsetti.Bende tam da bu yüzden bu denli marka haline gelmiş bir yerde bazı seylerin gözardı edilemediğinden beklentinin bu anlamda yüksek olduğundan bahsettim.İnsanın yedikleri heryerle aynı olsa bile bir servis kalitesi beklentisi oluyor.
Mehmet bey ısrarla beni ve misafirlerimi yeniden ağırlamak istedi.Tesadüf geçen sefer babam gelmişti.Bu sefer de annem.Olumsuz tecrübemizi olumluya çevirme gayretlerini geri çevirmedik.Annem,Kuzenim ve benim için bir rezervasyon aldılar ve geçtiğiimz Cumartesi günü bizi ağırladılar.
Bu sefer herşey gerçekten kusursuzdu.Terasın en güzel yerinde masamız rezerve edilmişti. Girişteki arkadaşlar bizi masamıza yönlendirdikten sonra Mehmet bey hemen masamıza geldi kendisi ile tanıştık ve bizi masamamızla ilgilenecek servis elemanımızla tanıştırdı . ( aslında bu iyi bir tarz Amerika'da restorantta daha yetkili birisi size servis elemanınızı tanıştırıyorSsize yardımcı olacak kişi budur diyor.hatta bir vardiya değişmi saatine denk gelecekse yeni kişiyi söylüyor ve bu kişi ile devam edebilirsiniz ihtiyaçlarınızı karşılamaya diyor. Böylece herkese el kol kaldırıp dikkat çekmeye çalışmıyorsunuz. )
Sipariş sırasında sadece 1 kez neler istediğimizi söyledik.Hatta kuzenim beytinin ruhuna aykırı olarak ben acılı beyti istiyorum dedi.Mehmet bey bunun da yapılmasını sağladı. Hiç beklemeden, gelmesi gereken sıra ile hersey vaktinde,taze ve doğru ısısında geldi. Girizgahtaki güney mutfagı alışkanlıkarından konuşulmasını atlamayan Mehmet bey çok özel turşularından ayrıca servis ettirdi. Yemekleri afiyetle yedikten sonra üzerine Hamdi spesiayal baklavası yenildi ve çaylar içildi.Bu esnada Mehmet bey yeniden masamıza konuk oldu ve güzelce sohbet ettik.Blogumda yazdığım ve uyardığım için teşekkür ettiler.Servis konusunun ne kadar zor,hataya açık,eğitimle ilgili olduğu konularından konuştuk.Çalışanlar ne kadar eğitilse de sahne başarısının ayrı bir konu olduğundan bahsettik ve bu sefer en olumlu düşünce ve tecrübelerle ayrıldık.
Bu coğrafyada yaşayan insanlar olarak bizim ihtiyacımız olan şey anlaşıldığımızı hissetmek.Mükkemel ürünü ve servisi alamasak bile karşımızdakinin bizim sorunumuza ortak olması sizi anlıyoruz diyebilmeleri.
Hamdi restorant müşteri odaklı anlayışlarını,samimiyetle krizlerin nasıl yönetildiğini çok güzel şekilde gösterdi.

Wednesday, May 21, 2008

O.... Çocukları


O....Çocukları filmi çekimlerine başlanılacağı sırada epey gündem oluşturmuştu. Hülya Avşar'a teklif edilen rol ,annesinin o.. rolu için itirazları,ben yaşarken bu tarz bir şey olamaz yorumları ve sonrasında Demet Akbağın bu rolü üstlenmesi haberleri ile Beynelminel filminden tanıdığımız Sırrı Süreyya Önder'in bu yeni filminden haberdar olmuştuk.Filmin senaryosu Önder tarafından yazılıyor. İstanbul Film Festivali için burada olan Ferzan Özpetek senaryo sipariş veriyor Önder'e. Önder hikayeyi bitirdiğinde Ferzan Özpetek başka bir projeye başlamış olduğundan bu filme başlıyamıyor.Bu arada Önderin üzerine çalıştığı Berlinde geçen bir almancı hikayesi ve Maraş Katliamı hikayeleri oldugu için yönetmenliğine kendisi de soyunamıyor.Ve senaryoyu verdiği yapım şirketi Murat Saraçoglu ile anlaşıyor.Kadro isimler açısından oldukça güçlü duruyor ancak dürüstçe söylemek gerekirse Filmi sırtlayan Demet Akbağ olmuş. Mutluluk Filminden sonra iyice önemsemeye başladığım Özgü Namal hayal kırıklığı yaşattı. Yarı Türk yarı İtalyan bir karakteri canlandırmasına ragmen aksanı tamamen alakasızdı .Aksan yapmaya kalkıştığı zamanlarda ise sanki Mutluluk filminden üzerinde kalan aksan ile konuşuyordu. Sanki birden " Ben hiç günah yapmadım Cemal abi " diyecekmiş gibi hissediyorsunuz.
Filmin hikayesi aslında gercek yasamdan uyarlama gibi.Belirli bir hikaye olmasada 12 eylül sonrasında Tarlabaşında bir süre yaşayan Önder burada evleri çocuk dolu kadınların varlığına tanık oluyor. "Emanetçi anneler".Daha önce hayat kadınlığı yapmış artık yaşlanmış kadınlar yeni nesil çalışanların çocuklarına bakıyor.Ve onları babaları da dahil her türlü kötülüklerden koruyor.Görevlerinden biri çocuklara annelerinin yaptığı işi belli etmemek ancak öğrenirlerse de bu gerçekle nasıl dimdik yaşanacağını öğretmek.Bu zamanlarda duydugu bir diğer hikaye de 12 Eylül sonrası iltica etmek zorunda kalan bazı anne babaların çocuklarını da yurt dışına aldırabilmek için başlarından geçen hikayeler.İtalyan bir ailenin çocuğu gibi rol yapması öğretilen ve temel İtalyanca'nın öğretildiği çocuğun Pasaport kontrolünde birdenbire Türkçe ağlamaya başlaması ile durumun açığa çıkması gibi.
Tarihimizde kritik günlerin oldugunu ve bunların gittikçe arttığının altını çizen Önder siyasi olarak böyle bir ortamda emanetçi bir annenin evinde geçen olayları anlatıyor.
Genel olarak güzel bir tat bıraksa da filmin ikinci yarısı birden bire hoooop toparlayıp bitirelim konuyu şeklinde biraz da alakasız bitiyor.Bir bütünlük sağlanamamış. Sanki yönetmen de hikayeyi kurtaramamış gibi.Ferzan Özpetek çekse nasıl toprlardı acaba diye düşündüm aslında.
Bir yazıda Önder'in Beynelminel'in hikayesini 10 günde yazdığını okumuştum.Acaba biraz acelecilik mi var diye düşünüyorum.
Tüm bu eleştirilerime ragmen bu filme gidilir özellikle Demet Akbağ kaçırılmaz diyorum .Demet Akbag'ın tüm diyalogları Özgü ve Sarp ın Piyer Loti diyalogları güzel.AAAA bir de Müzikler Kıraç a ait. Film müziklerinde Kıraç'ın kendisinin söylediği bir şarkı var.Müslüm Gürses'in eski şarkılarındanmış. Filmden sahnelerin olduğu bir kliple televizyonda dönmeye başladı.Güzel olmuş.

Monday, April 21, 2008

HAMDİ RESTORAN RE-ZA-LET!

Selamlar, hep iyi birşeyler yazıyordum bugunki biraz eleştirel olacak sevgili dostlar.
Hamdi restorant yıllardır bidiğim. Bir şekilde arkadaşlarımın tercihi üzerine gittiğim ve hiçbirinde de tam tatminkar ayrılmadığım bri restoranttır. İnsanların abartılı begenilerine şaşırmışımdır.Güney damak tadına sahip olmanın beğeni eşiği ve servis kallitesi gibi sebeplerle.Bir kere hep kalabalıktır ama o kalabalıgı düzgün yönetecek eleman yoktur. Her ne ise sonucta fena da değil düşüncesinden haraketle babacığım da istanbulda iken hani Eminönü'nde İstanbulu solumak hem de şöyle güzel bir yemek yiyelim diye Hamdi Restorant'a gittik. TAM BİR FİYASKO!. Siparişi almaları bile mesele idi.Bir saniye hanımefendi diyor gelip bardaklara su doldurup pıt diye dönüp gidiyor.4. defa masanın civarlarına yaklaştığında yakalayarak sonunda verebildik siparişi. Siparişimiz de beyti ve gavurdağı salatası idi.Şaşırtıcı hızda salata gelmesine ragmen bir türlü lavaş gelmek bilmedi.Bir de peynir ve yag ikilisi .Hani siz istemesenizde iyi ihtimalle 10 lira olarak hesabınıza eklenen yemek gelen ekadar yediğimiz şeyler.
Birkaç hatırlatma sonrasında kupkuru bir lavaş geldi bu seferde peynir yağ gelmedi.bunu tekrar hatırlattığımda garson köşedeki buzdolabını açıp çıplak elleri ile 3-4 top tereyagını minik kaseye koyup hemen bize servis yaptı.Bilin bakalım o sırada ne oldu. Ana yemekleriiz geldiii.düşünün yani servisin süresini ve muhteşemliğini. 4 küçük parça lavaşları yetmiyince abratmadan söylüyorum tam 4 kişiden lavaş istedik ve yemeğimiz bittiğinde lütfen geldi. Yani uzun lafın kısası ortalaması 7-10 lira olanbir kebapa 18 lira alabilme hakkını kendinde görüyorsan bunun bir servis standardı bir kalitesi olması gerekir değil mi. Kebabın yanına usulca kondurulmuş beklemekten solmuş soğan salatası da 27 derece hava sıcaklıgında gelen sıcak kola buna dahil. Özetle HAMDİ tam bir RE-ZA-LET. Fazlası ile şımarmış.Haberiniz ola

Wednesday, April 2, 2008

Balkabağı Çorbası


Efendim ben ki sadece mercimek yada ezogelin çorbası içen .... Son 2 yıldır çorbacı oldum. Genelde ana yemek tarzında içiyorum. Başlangıç olarak çorba içince ardından ana yemek yiyemiyorum:). Soguk havaların,gribal durumların yakın arkadaşı ,eve anne sıcaklığı gerçek bir ev havası katmanın ilk numaralarından:). Son zamanarda sebzeli çorbalara daha bir zaafım var. Kereviz çorbam oldukça popüler ancak bugun size başka bir çorbadan bahsedeceğim.
Öncesinde genel bir çorba girizgahı yapalım isterseniz.
Çorba dilimize Farsçada ki "shorba" ( kaynamış et suyunda ağır ağır pişmiş anlamında) dan geliyor. İngilizce ve Fransızca daki "soup" ve "la souppe" Latince deki souppa dan geliyor bu da içinde yenilebilir tane olan su anlamında imiş.Bizim, çorba için içmek ,ingilizlerin yemek fiilini kullanması bundan ötürü ...
Çorba işi derin bir konu; stoklu ( et veya tavuk suyuna) ,stoksuz çorba (normal su ile ),durulaştırılımış (konsome) çorbalar ...Yazılabilcek çok şey var.Gelelim bugun benim bahsedeceğim Balkabağı Çorbasına. Umut'un "Halloween Seval "adını koymasının bir anlamı olmalı :)
Özgürün; bal kabağının öbür dünyada beni nasıl çorba yaparsın diye hesap soracağı ve balkabağından olsa olsa Amerikalıların çorba yapmayı akıl edeceği yorumlarına rağmen yaptım.Bu arada Özgür'ü de bilgilendirmeliyim ki kendisinin Müdavimi olduğu Çiya restorantın şefi Musa Usta ,Ahmet Örs ile yaptığı röpörtajında geçenlere avrupaya gittim ,bal kabağı çorbası yapmayı öğrendim diyen aşçılara ülkemizde bal kabağının en az 7-8 çeşidinden farklı çorbalar yapıldığını anlatıyor.Başka kaynaklarda ise Yörük Çorbası olarak da adı geçiyor.Osmanlı mutfağında balkabağı dolması var.Sonuçta bu bir sebze :) Gelelim çorbamıza:
1 kilo bal kabağı
1 iri soğan
2 etli kırmızı biber
2 diş sarımsak
2 bardak su
3 bardak süt
Muskat,zencefil
Efendim kocaman soğanı küp küp doğrayıp yagda kavuruyoruz.Daha soğanlar tam ölmemişken küp kabakları ve doğradığımız kırmızı biberleri,sarımsak ve tuzu ilave ediyoruz.2 bardak su ile sebzelerin iyice pişmesini bekliyoruz.Sebzeler piştikten sonra pürüzssüz kıvama gelecek şekilde blendır dan geçirip sütü ilave ediyoruz ve bu sekilde 5-10 dk kaynatıyoruz. Sonrasında muskat (hani böle minicik hindistan cevizi gibi olan ) rendeliyoruz içine.Benim kalmadığı için zencefil rendeledim.Annemin çektiği meşhur acı pul biberden ilave ettim. Üzerine çekilmiş acılı kuru domates.Yanına ise zeytinyağı,sarımsak ve feslegenle fırınlanmış minik ekmeklere krem peynir sürerek servis ettim. Süper oldu.
Maydanoz yada kereviz yapraklarının da çok yakışacağını düşünüyorum.
Su ve süt ölçüleri kişiye göre değiştirilebilir.Kıvamlı bir çorba oluyor.
Verdiğim ölçüler den rahat 8-9 kişilik servis çıkıyor.
Afiyet şeker olsun :)

Thursday, March 27, 2008

Toledo




Hala dönüş sonrası yorgunluğumu üzerimden atabilmiş değilim.Çok ara vermeden Toledodan da bahsedeyim biraz.
Toledo Madride e kara yolu ile 1 saat uzaklıkta minik butik bir şehir.Kastilya-La Mancha Bölgesinin merkez şehri. Konsept olarak nerdeyse Mardin ile aynı. Taş yapılar,savunmayı güçlü kılabilmek ve sıcaktan korunmak için daracık yapılmış sokaklar ,bizdeki telkarinin karşılığı Damasques adını verdikleri ince altın teller ile yapılan takılar ... Müslüman,hristiyan ve yahudilerin birlikte yaşamış olduğu etrafı nehir ile çevrili oldugundan ada izlenimi uyandıran çok güzel bri kent.Madride gitmişken görülmeden gelinmemesi gerekiyor.





















Bir diğer ünü de kılıçları.Şehrin çok büyük bir katedrali var içinde çok fazla şapelin bulunduğu.Dev orglar hala kullanılıyor.Katedralin tamamlanması ,eklerin yapılması birkaç yüzyılı buldugundan içeride birden falza mimari örnekle karşılaşıyorsunuz.Gotik,neo klasik bir arada.Toledonun yiyecek olarak ise Marzipanı meşhur.Badem ezmesinden yapılan şekerlemeleri. Madrid'e göre daha ucuz bir şehir.Hediyelikler arasında Damsques takıları ise haliyle ön planda.Bunlarında 2 tür deseni var arap desenleri olanlar geometrik şekillerden,ispanyol tarzı olanlar ise çiçekli figürlerden oluşuyor.
Şehrin mimarisinde mudejar ( mudehar okunuyor müjde ar değil :) ) etkileri de oldukça fazla.Mudejar ,islam sanatının hristiyan sanatına uygulanmış biçimine deniliyor.
Şehri ilk önce tepeden bir görmek önemli.Alkazar kalesinin ihtişamı ve katedralin görüntüsü bu şekilde bir görülmeli . Sokaklar dar oldugundan içinde iken bu görüş açısına sahip olmak pek mümkün değil.
El Greco'nun yaşamının önemli bir kesimini sürdürdüğü kent burası.El Greco Müzesi var. Ama gerçekten o evde yaşadığı konusu aslında net değilmiş.Onarımda olduğu için burayı gezemedik.Toledo İspanyanın Madrid den önceki başkenti olmakla birlikte aynı zamanda La Mancha lı Don Quijote un memleketi :). Sehirde bir Cervates caddesi ve heykeli var.
II. Selim Kıbrıs'ı ele geçirdiğinde Papa V. Pius Osmanlılara karşı birlik çağrısında bulunur. Bu Çağrıya yanlızca İspanya ve Venedik cevap verir. Cervantes Roma'daki İspanyol birliğine katılır. 1571 deki İnebahti Deniz savaşında Marquesa kadırgasında savaşır. İki kez göğsünden yaralanır ve bir top güllesi ile sol elini kaybeder. Osmanlılara esir düşen Cervantes 1571-1580 yıllarında Cezayir'de tutsak yaşar.Burada dolandırıcılıkla itham edilip hapse atılır ve yazmaya daha sıkı sarılır. Yaşamının sonlarına doğru ünlü eseri Don Quijote 'u hapishanede kaleme alıyor ve 38 dile çevrilen bu eserler tüm dünyada tanınıyor.




















Geçen yazıda belirtmeyi unuttugum bir kaç aktüel konu var:
-Su anda Madrid'de çok büyük bir Picasso sergisi var .Birçok yerde sergilenmemiş olan eserlerinde olduğu tam 350 eser. Aslında ispanyol olan Picasso nun ülkesinin karanlık dönemlerinde Fransa'ya gittiğini ve yaşadığını biliyoruz.Asıl müze de orada .Ancak bu müzenin bazı yenilemelerden geçmesi gerekiyormuş ve bunun için 24 mio EUR luk bir bütceye ihtiyac varmış.İspanyollar da yardımcı olmak istemişler.Sergi mayısa kadar devam ediyor yolu düşen olursa aklınızda olsun.
-Bizim Poşu nun moda bloglarında Amerika ve Avrupada populer oldugunu okumustuk.İspanyada Phalastanen (filistin işi filan olmalı herhalde) adı ile her rengi satılıyor ve tüm gençlerin üzerinde.
-Korsan dvd orda da var .yerlerde satılıyor .1 tane 3 eur, 2 tane 5 eur.
-Turizim informasyon ofisleri ispanyada süper calışıyor.ücretsiz olarak haritalar,müze rehberleri,etkinlik programları alabildiğiniz gibi.Her sorunuza cevap alabiliyorsunuz.Real Madrid biletleri hakkında bilgi bile...Sorunuzu cevapladıkatan sonra ülkenizi sorup kayıt alıyorlar istatistik için ...
-Pazar günleri La Latina bölgesinde inanaılmaz uzunlıkta bir bit pazarı kuruluyor.ama açıkçası çok kayda değer birşey yok.
Görüşmek üzereeee.....

Tuesday, March 25, 2008

Madrid

Calle de Alcala
Eveeeeet madrid gezisini merak edenlee için birazıcık birşeyler yazalım.
Gezinin genel değerlendirmesi : Çok güzeldi.
Paskalya döneminde gidiyor olmakla ilgili bahsedilen olumsuzluklarla hiç karşılaşmadık.Tüm magazalar açıktı ve şehir çok kalabalık idi. Turizm geliri en yuksek ülkelerden biri olmalarına şaşmamak lazım.İspanyalılar yoksa da başkaları var:). Şehrin nüfusu 3 milyonu aşkın. İber yarım adasının ortalarında olan Madrid Avrupanın en yüksek başkentlerinden biri 635 metre yüksekte bir şehir. Bu da ani hava değişimlerine müsait kılıyor. Gitmeden önce hava durumuna bakıp 15-16 dereceleri görüp havanın iyi olacagını düşünmek biraz yanılttı.Şu, ortada olmak ,karasal iklim yaşıyor olmak konusunu birazıcık atlamışım. Evet gün içerisinde 15 derece olabiliyor ama bu noktaya sabah sıfır dereceden başlayarak geliyorsunuz.:) .Buna dikkat etmekte fayda var. Madrid hem İspanyanın başkenti hemde Madrid ilinin yönetim merkezi .İspanya 17 otonom bölgeden oluşuyor. Başkent oluşu 2. Pelipe donemine 1561’e rastlıyor.
Kraliyet Sarayı
3 . Carlos doneminde geniş caddelerin ve meydanların yapılmaıs ile planlı bir şehirleşme başlıyor.Bu konuda gerçekten çok öngörülü davranmışlar. Araba kullanımının olacagı düşünülürek caddeler oldukca geniş tutulmuş. Sehir merkezinde tüm binalar İstanbul'daki gibi birbirine bitişik olmasına rağmen caddelerin geniş olması şehre ferah bir hava katıyor.Binaların yükseklikleri birbirlerine çok yakın ve inanılmaz temiz. Cadde de yürürken ara sokaklara baktıgınızda aynı düzeni görüyorsunuz.Bu anlamda şehir köşeli ve düz çizgilere sahip.Zaten şehir merkezi Plaza de Mayor “mükemmel dikdörtgen” bir meydan. Diğer şehir meydanlarına göre meydanda bir katedral olmaması dikkatimi cekti.Sadece idari binalar var. Meydan neredeyse Venedik ile aynı .Sokak gösterisi yapanlar,müzisyenler ,restorantlar ve hediyelik eşya dükkanları ile dolu.. Bu mükemmel dikdörtgenin kapılarından Madrid'in her bölgesine dalışa geçebilirsiniz .Ama sakın birbirine paralel caddelerden yürüdüğünüzü sanmayın .Her seferinde başka bir yere çıkıyorsunuz çünki.
Paskalya döneminden midir bilemedik kiliseler genelde kapalı idi.Törenlerin oldugu gün açık bulup içeri girdiğimizde karşılaştığımız manzara bizi hayli şaşırttı. Mum yakılan küçük kısımlarda mum matikler var :) Cam bir hazne içerisinde mum şeklinde tepesinde minik ampul olan çubuklar var.Delikten 1 eur atınca birtanesi sizin adınıza yanıveriyor.Kaç dakika boyunca yanık kalıyor bilemedik ama oldukça yadırgadık. Madrid müzeler ve sahip oldugu kolleksiyonlar açısından oldukça zengin. Prado müzesi, ki 1819 dan beri aynı binada. İspanyol ( Greco, Velazquez, Goya ...) ressamlar başta olmak üzere bir çok önemli sanatçı ve eseri bünyesinde bulunduruyor .Rubens,Van Gogh ,Klimt,Schile ...... Thyssen-Bornemisza ve Reina Sofia da diğer önemli 2 müze. Hiç bir yerde bu kadar ziyaretçisi olan ve bilet kuyrugu olan müze görmedim. Kraliyet sarayı için tam 1 saat kuyruk bekledik. Aslında yaz yaz bitmiyor genel bazı görüşlerimi yazayım ben en iyisi

- 40 milyon nüfüsa 70 milyon turist ağırlıyorlar .Ama Otel görevlileri dahi ingilizce bilmiyor.Tek dil vücut dili :)
- Yemekler ,lezzetleri beni memnun etmedi Paella benim çok sevdiğim birşey değil pilavgillerden olmasından ötürü.Tortilla ilse sıradan patatesli omlet ve dilim olarak satıyorlar.Kalamarlar başarılı. Ekmekler bizim ekmeğimizle aynı ve ekmek arası kültür yaygın.Ekmek arası kalamar,ekmek arası tortilla.... En güzel yemeğimiz İtalyan restorantıda yediğimiz idi.
- Servis olarak yavaş bir ülke. Mağazalar ya da Restorantlarda hersey yavaş. Hatta "slow food" akımının en büyük öncüsünün ispanyol Burger King leri oldugunu düşünüyorum :).1 sipariş için 25 dakika...
- Ulaşım çok kolay özellikle otobüsler çok başarılı.Metro sistemi gibi duraklarda otobüsün gelmesine kaç dakika kaldıgı dahi yazıyor. Bilet alma stresi yok 1 eur verdiğiniz an binebiliyorsunuz.
- Ulaşım ve yeme-içme avrupanın diğer kentlerine göre çok çok ucuz .Ör: Pariste 1 kahve 1 soda 11 eur. Madrid de 1 cappucino, 1 americano 3,25 eur.
- Çok eğitimli bir ülke olmasa da ülkemize göre daha farklı bellirli bir seviye hissediyorsunuz.Paskalya töreni geçidindeki kalabalıkta (ki yürümek mümkün değil) sıfır temas sıfır taciz.Omuzunza bile dokunmuyorlar
- Raal madrid maç biletleri tükenmişti:( Santiago Bernabeu stadını turistik gezi için 15 eur vererek gezebilirsiniz.Ki müze girişlerinden çok pahalı.Klubün gelir kaynaklarını düşünün işte...
- Bizim YKM gibi meşhur mağazaları el corte inglese(bildiğiniz ingiliz avam kamarası :) ) mağazaları . Peynircisi,takıcısı,kitapçısı bile var.
- Amerikan marka mağazalara rastlamadım .Levi’s mış.Nike mış. Ya da Diesel mağazası ,Nine West filan... pek rağbet etmiyorlar sanırım.Departmant store ların içerisinde bazı markalar var ama sadece küçük reyonlar. Zara grup tüm magazları belirli aralıklarla aynı cadde üzerinde dizili oluyor birde bu grubun outlet magazası var adı "Lefties ":)
- Güzel ispanyol kadını diye birşey yok yada onlar da tatilde idi. :)
- Dini geçit törenleir çok görkemli. İzlerken nadir ingilizce bilen İspanyol bir öğrenci kızla konuştum.İspanya ve ispanyollar biraz karanlıktır o yuzden gösteriler bu kadar renkli yorumu yaptı :)
- Ülkemizde dini bir bayramın bu sekilde kutlanması ihtimalini düşündüm.Zira İsa’nın çilesini yaşamak için ayaklarına zincir takıp yalın ayak yürüyorlar kortejde. Gayet uç şeyler de var. Ülkemizde inanç ve inancı yaşayış biçiminin nasıl korku faktörü olduğunu daha iyi anladım.Çünki bizde rejim tehlikesi onlarda ise sadece inanç. Ayaklarına zincir vurup sırtlarını zincirleseler bile.
- 4 gun Madrid in hakkını vermek için idael. Barcelona için ve endülüs içinde ayrı ayrı 4 gun ayrılmalı bence.Barcelona-Madrid birlikte turlar hakkında ise bilmeniz gereken uçağın önce Madrid’e geldiği hemen otobüs ile 8 saat saat süren bir yolculukla Barcelona ya gidip 2 gün sonra tekrar Madrid’e dönüldüğü. 16 saat yol var yani.
- AAAAA en önemli kısım resimler diyeceksiniz. Artık "fotograf bir ayıklama sanatıdır "gözü ile olaya baktığımdan ve etraf çok kalabalık oldugundan neredeyse resim çeklemdim.Tören foto ları ise tabiki tripodsuz ve ve kalabalık içerisinde titrek olmaları bundan.










Çok yazdım artık Toledo yazısı sonraya kalsın.Umarım biraz fikir verebildim.

Monday, March 10, 2008

Kemik İliği Bankası

Efendim,aslında ben böyle diziler arasındaki mesaj kaygısı tasıyan olaylara karşı kılımdır. Bir istanbul masalında Behiye Arhan’in “Neden müze kurmuyoruz ,Selim “ repliği favorilerimden dir:) Her neyse geçen hafta Binbir Gece dizisinde Şehrazat lösemi hastalarının çaresizliklerinden bahsederken. Herkes lösemili hastalar için sadece üzülüyor ama kimse birşey yapmıyor.Alt tarafı 1 tüp kan vermekten bahsediyoruz diyordu.Bu kafamda gerçekten yer etti. Ertesi gün hemen kemik iliği banaksına ulaşmaya çalıştım.Telefonlarının sürekli meşgul olmasını hayırseverlerdendir diye umdum... .Bu arada internetten süreçleri öğrendim.Hatta 5 arkadaşımı ikna ettim .Birlikte gidip kan verecektik. Bir yandan hala telefonları düşürmeye çalışıyordum.Amacım çalışma saatlerini öğrenmekti. Sonunda zorla ulaşabildiğim kişi ne dese beğenirsiniz. Şu anda kan alamıyorlarmış.Bunun gerekçesini de söyleyemedi tabi. Daha kötüsü hafta içi 09-16 saatleri arasında çalışıyorlar ve hafta sonu kan alımı yapmıyorlarmış.Peki ama çalışan insanlar nasıl gidip kan verecek? .( gerçi bağış o kadar az ise hafta sonu için iş gücü ayırmamakta haklı da olabilirler.) Uzun lafın kısası Lösemi ile ilgili yapılan iletişim in sonuçları bürokrasiye ve aksaklıklara takıldı.İnternetten form doldurun,kayıt olun,,sonra aranırsınız filan filan. Fiyasko yani.
Siz genede ilgilenmek isterseniz http://www.kemik-iligi.org/
Süper güzel hafta sonunda Uzunya’da çimlerde yayıldık .Yalın ayak çimlerde dolaştık,muhteşem bir kahvaltı yaptık.Namlı yazımın üzerine ,deneyip ama biraz pahalı diyenler için burası çok süper. Kişi sayısına göre hemen hazırlayıp getiriyorlar. Beyaz peynir,tulum,eski kaşar,taze kaşar,bal,kaymak,tereyağı,çilek reçeli,tahin pekmez,söğüş tabağı,zeytin,kızarmış ekmek,termos çay,omlet,üzerine kahve 2 kişi 40 küsür lira ödedik.Mesafe uzak ama çok güzel .Erken gitmekte fayda var tabiki.Nasıl gidileceği için blogumun ilk yazısına bakarsınız artık:). Haaaa bide hamsili pilav yaptım muhteşem oldu. Yeme heyecanından resmini çekmeyi unuttum:P

Wednesday, March 5, 2008

Güneşli Hafta sonu


Kötü havalarda evde film izlenir, iyi havalarda da da hiç eve girilmez:) Tam da böyle bir İstanbul hafta sonunda neredeyse sabahın görmeyen saatlerinde Pınar ve Ömür ile kenimizi Anadolu yakasına attık. Bir kaç ufak! ev alışverişi sonrasında güzel havanın keyfine varalım artık dedik. İşlerimizi hallettikten sonra ise ilk önce Poyrazköy’e gittik. Hiç araba sesi olmadan boğazı izlemek ne güzel bir duygu. Kalabalık yok araba yok.
İstanbul,boğaz bir de kendiniz.Tabi şimdi foto denemeleri yapmak da gerektiği için artık boynumuzda makina dolaşıyoruz işte.Biraz foto işine dalınca ortamı çok da fazla soluyamıyorsunuz aslında. Işıktı şuydu buydu ayardı derken etrafın güzelliklerinden biraz kopuyorsun. Sonuç çok kötüüüü. Çok zor iş. Auto modunda cekmek istemediğinizde her şeye birlikte hakim olmak zor. Neyse, hocalar bir süre sonra refleks halini alacağını söylüyorlar.Poyrazköy muhtarlığının önündeki kahvede kahveleirimizi içip kedi cenneti üyelerini izledik biraz :) .Biraz kedi fotoları .Köpeğin kovaladığı kedinin ağaca tırmanması ......

Sonraaaaa karınlar acıkmaya başladığı saatlerde Afşin’de bize katıldı:) Beykoz sahilinde yol kenarındaki balıkçılara gittik. Pınar ve Ömürün önceden test edip iyi not verdiği .. Konsept çok pratik.

Tabak,çatal,bıçak,bardak hiç birsey yok herşey folyo kağıtta geliyor .Salata bile.Izgara çupra çok iyi geldi doğrusu. Yenilen yemekleri sindirmek ve yemek üzeri hararetimizi alması içinse Beykoz korusunda yürüyüş ve çay bahçesinde çay ile günü sonlandırdık. Sonlandırdık diyorum çünki temiz hava hepimizi çaptı ve yorulduk :) Doğruuu evin yolu tutuldu .

Tuesday, February 19, 2008

Kar Zamanı

Karlı günlerde ,özellikle karlı İstanbul günlerinde evinin önü dışında bir yere gitmek pek akıllıca değil. Zor trafik koşulları ile boğuşmamak için evde kalmak en mantıklısı.Benim içinde böyle bir hafta sonu oldu. Evde film komasına girdimJ:) 24'ünde akademi ödülleri açıklanacak (adaylar için ),Bafta ve Berlin açıklandı ama izlemediğim bir dolu film var.Hanuz ülkemizde olmayanlar da cabası.Örneğin küçük yaşta hamile kalmış bir kızın hikayesini anlatan JUNO henüz yok.Micahel Clayton’u izleyeli baya oldu, Gone Baby Gone'ı yeni izledim sayılır.İkisi de başarılı. No Country for Old Men ve There Will Be Blood var bunlar biraz daha agır filmeler olacak eminim oyunculuk performansı açısından daha iyi olacaklarını düşünüyorum. There Will Be Blood da Daniel Day Lewis, Cohen biraderlerin No Country for Old Men de ise Javier Bardem (en iyi yardimci erkek adayi) olacak . En iyi animasyonda Ratatouille ve Persapolis var . Ratatouille evde olması gereken dvd lerden bence :) Persapolis'i ise bu hafta izlemeyi planlıyorum.İşte bunlarla beraber hafta sonu izlediklerimi kısaca özetliyeyim dedim.Ha bu arada muzlu muffin yaptım ama anlatmayacağım:) Çok tatlı bri muffin değil agızda bir süre sonra tatlı tadı uyandırıyor.Kahvenin yanında güzel yorumları aldım ama çok heyecanla paylaşacağım bir tarif değil.Bakalım filmlere :)

Atonement –Kefaret
Ian Mcewan ın aynı adlı kitabından uyarlama film. Bafta da 14 dalda aday gösterildi ancak Sadece en iyi film ödülü alabildi.Ayrıca Altın Küreden de aldığı en iyi film ödülü var.Eni yi olacak kadar iyi mi henüz bilemiyorum .Hala izlemediğim filmler olduğu için. Keira Knightley'i çok beğendiğimi belirtmeliyim ve bu zayıf halinin ne kadar hoşuma gittiğini :) ( ekran 4 kilo fazla gösteriyorsa bu gördüğüm halini ) Kostümleri özellikle yeşil elbisesini çok begenmiştim ki elbisenin satışa çıktığını okudum. Ayrıca kırmızı ruju da süperdi.Bunlar çok kızssal tespitler oldu sanırım. Filmde olayları başlatan aynı zmanda Keira nın kız kardeşi rolündeki (13 yaşındaki halini oynayan)Saoirse Ronan cidden En iyi yardımcı dalında aday gösterilmeyi hak etmiş.

La Sconosciuta -Gizemli Kadın
Giuseppe Tornatore nin 2006 yapımı filmi. Filmin ilk sahneleri bana Eyes Wide Shut daki maskeli balo kısmını hatırlattı .Filmi oldukça başarılı buldum .Film sonuna kadar diken üstunde bir gerilimde tutuyor sizi. Ukraynalı bir kadının İtalya’da bir aileye çocuk bakıcısı olabilmek için yaptıkları.Çocukla ilişkisi ve tüm bunlar olurken flashbackler ve şiddet dolu kesitler. Tornatore’nin Malena dan sonra izlediğim 2. filmi. Sanırım hepsini izlemek istiyorum.

Before the Devil Knows You're Dead- Şeytan Duymadan Önce
Filmde En son Bay Capote olarak aklımızda kalan Philip Seymour Hoffman ,Ethan Hawke, Albert Finney ve Marisa Tomei oynuyor. Problemli özel hayatları ve maddi zorlukları olan 2 erkek kardeşin anne ve babalarının mücevher dükkanını soymaya çalışmaları , ve babanın suçluların kim olduğunun peşine düşmesi,aynı zamanda 2 erkek kardeşin de kendi açıklarını temizlemeya çalışmaları ile örülmüş bir aile dramı ve gerlimi diyebileceğimiz bir film. Özellikle Philip Seymour Hoffman ’ı çok başarılı buldum. Zaten kendileri bu sene en iyi yardımcı erkek oyuncu adaylarından. Filmin akışı farklı karakterler üzerinden zamanı geriye alarak oluşturulmuş. Günümüze gelene kadar karakterlerin 3-4 günlük geçmişleri ve bu ana nasıl geldikleri.

When Nietzsche Wept – Nietzsche Ağladığınca
Bu film Irvin Yalom'un, 19. yüzyıl Viyanası'nda geçen psikanalizin doğmaya başladığı süreci sürükleyici bir dille anlattığı başarılı bir romanından uyarlama. Olaylar, o zamanlar henüz kimsenin tanımadığı bir filozof olan Nietzsche, oldukça başarılı ve saygın doktor Breur, Breur'un genç arkadaşı Freud ve Nietzsche'nin aşık olduğu Lou Salome'un etrafında gelişiyor. Ümitsizlik ve varoluş üzerine film. Psikanalizin yeni oluşmaya başladığı dönemi anlatması bakımından ilginç. Kitabını okuduğum zamanki kadar etkilenmedim. Bunun için sinemaya uyarlayanda mı kabahat bulmalı yoksa benim kitabı okuduğum zamanla filmi izledğim zaman arasında geçen süredeki değişimi mi değerlendirmeli bilemedim. Kitabı okurken aldığım dram havasını filmde alamadım.
Film israil yapımıyla sinemaya uyarlanmış. Yönetmeni Pinchas Perry .Nietzsche'yi Armand Assante canlandırıyor.

Monday, February 18, 2008

Josef Koudelka Retrospektif Sergisi


Bence bu karlı günlerde bir de güzel sergi gezilir:)
Pera müzesinde 13 Nisan tarihine kadar sergilenmeye devam edecek Josef Kaudelka Retrospektif sergisi bunlardan biri.Yaşayan en önemli fotograf üstatlarından biri. Çek fotografçı konfor kavramını bir kenara bırakarak dünyanınm çeşitli yerlerini dolaşmış ve güzel eserler ortaya koymuş. Nereye giderse gitsin uyku tulumunda yatıyormuş örneğin. İstanbul’da ise ısrarlara dayanamayarak Ara Gürel'in evinde konuk olmuş. İnanılmaz mütevazi biri fotograflarını satmıyor,önerilen yüksek fiyatları ise komik buluyor.Magnum Photos* dan gelen gelirlerin kendisine yettiğini fazlasına ihtiyacı olmadığını söylüyor. Resimlerimin nesi farklı onu görmek için sergi yaptım diyor.
Sanatçının fotografları 5 başlık altında sergileniyor.Beginnings (1958-1968),İnvasion (1968),Gypsies (1962-1970),Exiles (1968-94) ve Caos (1984-2004) .Kendi adıma en çok Çingeneler den ekilendim.
1938 ‘de Çekoslovakya'da doğan Koudelka aslında havacılık mühendisi önceleri ,rolleiflex marka bir makineyle çingeneleri ve çek tiyatrolarını fotoğraflamış, 1967 yılında ise tüm vaktini fotograf cekmeye adamış. 1968 yılında Rus ordusunun Çekoslovakya'ya girişini ve ülkenin yıkılışını fotoğrafladıktan sonra ve ülkesini terk ederek İngiltereye yerleşmiş. Şimdilerde ise Fransa da yaşıyor.
Koudelka'nın resimleri için.
Benim çektiğim resim tabiki minik makine ile.Polariza filtrem olmadığından cam yansımalarını görüyorsunuz. Resim yüklemede sorun var umarım görüntülenebilir.
sevgiler.

*Magnum Photos (1947 de kurulmuş belgesel fotoğrafçılığı konusunda ekol bir ajans . Herbiri fotoğrafta efsane haline gelmiş 4 fotoğrafçı ;Robert Capa, Henri Cartier-Bresson, George Rodger, David Seymour tarafından kurulmuş dünyanın en önemli olaylarını fotograflayan ajans













Wednesday, February 13, 2008

Elmalı Tart yada Elmalı Turta



Merhabalar.
Karaköy Namlı’nın üzerinden çok zaman geçti. O yazıyı yadığımdan beri hergün birçok kişinin Namlı’yı internetten aradığını görüyorum. Maalesef oldukça populer oldu.Bir kaç kez daha gittim ancak kalabalık tıpkı boğazdaki kahvaltı yerleri gibi insanı gerecek düzeye ulaşmış.Oldukça erken gitmek gerekiyor yani. Kahvaltılık ürünlerin kalitesine hala diyecek birşeyimiz yok. Neyse gelelim günümüze, okul da bitti daha çok birlikte olmamız gerekirken olamadık. Ama kontrol edilemez yoğun bir dönem geçti. Tabi bu arada fotografçılık kursu başladı:) Nikonum D80'im le daha düzgün ilgilenmeliyim diye düşündüm.Tabi konu ile ilgili bilinç düzeyi arttıkça beğeni düzeyinin ne kadar aşağıya indiğini söylemeye gerek yok. İnşallah birazıcık da olsa ilerleme kaydedeceğim. Josef Kaoudelka nın Retrospektif sergisine gittim onu daha sonra paylaşacağım. Öncesinde bugün Elmalı Tart denememi sizinle paylaşayım . Kiş ten önce oldu ama kiş için de fikir vermiş oldu. Bu arada tart ve turta arasındaki fark tam olarak nedir çözebilmiş değilim ,öğrenir öğrenmez burada sizlerle paylaşacağım. Ama kapalı olanın adı pay (pie) onu biliyorum. Neyse tarif Ekashi’den, elmalar Niğde’den (Ayça’ya buradan teşekkür) koyulduk yapmaya.

2 adet yumurta
4 tahta kaşık toz şeker (hani yemek karıştırmada kullandığımız) , yada 8 yemek kaşığı ölçün siz.Şimdi herkesin tahta kaşığı farklı olurJ
150 gr. margarin
Kabartma tozu
50 ml süt
Alabildiğine un.
Dolgu için 3 elma ,tarçın,kuru üzüm,ceviz.

Yumurta ve şeker iyice çırpıldıktan sonra ,margarin parcalar halinde eklenerek karıştırmaya devam ediyoruz. Daha sonra süt ,un ve kabartma tozunu ekliyoruz. Un miktarı, hamurun hiç bir yere yapışmadan bir top halini alabilcek kıvama gelene kadar ne kadar gerekiyorsa o kadar.Kulak memesi kıvamı. Bu hamur 30 dk. buzlukta bekleyecek.
Elmalar ince ince ve küçük parçalar halinde dilimlenecek(isterseniz rendeleyin), ceviz,tarcın,kuru üzümle karıştırılacak.
Bu arada tart kabımızı katı margarin ile yaglıyor ve sonrasında unluyoruz.
Dolaptan çıkardığımız hamurdan bir parça ayırıyoruz (üzerine kafes yapabilmek için ).
Hamurla tepsiyi kaplıyoruz.Kenarlarıda bu işleme dahil.Sonra iç dolgumuzu içine döküp ,ayırdığımız hamurdan seritler hazırlayıp kafes yapıyoruz.
200 dercede 30-35 dk pişiriyoruz.

p.s 1: tart ingiliz edebiyatında genç ve güzel sokak kadını anlamına geliyormuş . Ama bu daha çok para karşılığı birlikte olunsa da bu süre zarfında aşık olunabilecek genç ve güzel kadınları ifade ediyormuş.
p.s 2 :gercekten fotograf çok kötü:( kendi evimin ışığını çözebilmiş değilim.
Görüşmek üzere.

Wednesday, January 9, 2008

Namlı Gurme Karaköy


Kahvaltıya olan hassasiyetim heres tarafından biliniyor.Asla poğaça yada patiseri ürünleri ile yapmam . Peynir ,domates ve zeytin olmadan aslaaa. Hafta içi en azından bu 3’ü olmalı.Hafta sonları ise ziyafete dönüşmeli,omleti, menemeni,reçeli,balı,kaymağı ........
Bu sebeple dışarda yapılan kahvaltılar konusunda da seçiciyim. Klasik türk kahvaltısını en lezzetli yapabileceğim yere gitmek benim için önemli. Boğazda bunu Kale,Yeniköy Kahve gibi yerler karşılıyor.Ancak buralar hafta sonu gitmek tam bir sorun.Park yeri sorunu,boş masa bulma sorunu gibi sinir testine tabi durumlar var.Bu yüzden çok tercih etmiyorum.Buna ilk alternatif Demirciköy’deki Uzunya idi.Blogumun sadık takipçilerindenseniz ilk yazım burayı anlatıyordu :) Peki ama şimdiki keşfimİz neresi (Ebru sağolsun :) ) Karaköy NAMLI Gurme . Namlının ürünlerinin kalitesini bilmeyen yoktur herhalde. Karaköyde açtığı bu şubesinde kahvaltı serviside var. Aslında burası da keşfedilmiş durumda telefonla rezervasyon yaptıranlar oluyor ama birazıcık erken gidildiğinde boğazda yaşanan sendromlar yaşanmıyor sanıyorum.Kahvaltılıklar,peynir zeytin çeşitleri süper.Her çeşit peynir, kuru domates-kekik-zaytinyağı-cevizle harmanlanmış zeytinler, yine kekik ve zeytinyağı ile harmanlanmış domates ev salatalık söğüşleri daha neler neler. Sadece bunlar değil tabi omlet,sahanda,sucuklu,pastırmalı,sosisli yumurtalar ve inanın 1 sahan 2 kişiye fazlası ile yetiyor.En kısa sürede denemelisiniz.illla geniş manzara istiyorsanız kahvenizide İstanbul Modern'in cafesinde içebilirsiniz. Yer: Karaköy Güllüoğlu nun hemen yanı,DenizBank’ın karşısı,kat otoparkının arkası:) telefon:212 293 68 80 .Şimdiden afiyet ,bal,şeker olsun.

Wednesday, January 2, 2008

Hamdım,Piştim,Yandım

5 günlük mersin gezime başka bir aktivite sığdırmadan olmazdı. İstanbul'da iken seyahat tarihlerimin 16-21 aralık oldugunu düşünürken her sene 17 aralıkta düzenlenen Şeb-i Arus törenlerine katılma fikri aklıma düştü. Anneciğim birkaç yıldır istiyordu ama türlü türlü şeyler yüzünden gerçekleşememişti.
Ben hemen Mersindeki bir kaç tur şirketini arayıp gerekli rezervasyonları yaptırdım.Ve Mersine vardığımın ertesi sabahı anneciğimle Konya yollarına düştük.... Konya’ya vardığımızda karınlar acıkmış oldugundan ilk durak meşhur Hacı Şükrü oldu. En meşhur fırın kebebının yapıldıgı yer . Etler sabahın 3’ü gibi bakır kazanlara koyulup meşe odunu ateşinde kızartılıyor .Daha sonrada hepsi tek bir bakır kazanda yavaş yavaş pişmeye bırakılıyor .Yaklaşık 5-6 saat sürüyor.Lezzet olarak tandır kebabı gibi. Yanında pide ve soğanla servis ediliyor.
Bundan sonraki durağımzı ise Mevlana Müzesi oldu. Yani Mevlananın türbesinin de içinde bulunduğu yer. İnanılmaz bir kalabalık vardı.Ve yabancı turist sayısı şaşırtacak kadar çoktu.
Herkes içerde yerlere oturmuş ve dua ediyordu. Konya belediyesinin çok başarılı çalıştığını söyleyebilirim. Galoşlar hatta galoş makinaları vardı girişte. Böylece ayak kokularına maruz kalmıyorsunuz.İçerde el yazmaları ,seccadeler,horosanlı erlerin
kabirleri,Mevlana'nın ve babasının türbesi de bulunuyor. Rivayet o ki mevlananın naşı geldiğinde babasının kabrinin ayaga kalktığı ama böyle bir durum yok aslında.
Müze gezisinden sonra Alleattin tepesi ve Camii ne gittik. Burada 800 yıllık mimberi gördük ve Selçuklu sultanlarının kümbetlerini. Sonrasında ise Konya Belediyesinin törenler için yaptırdığı salona doğru yola çıktık. Benim görüşüm salonun oldukça iyi olduğu yönünde ama Özgür’ün söylediğine göre Nihat Genç her yerin mermer olmasından mütevellit gasilhaneye benzetmiş... Bunu duyunca düşündüm ama beni cok rahatsız etmemiş, sanırım mermerin tonu açık renk ve heryerde aynı ton bundan kaynaklı olabilir.
Tören salonu anfi tiyatro şeklinde,salona girdiğimizde her izleyici için koltuklara bırakılmış 2 adet çanta vardı.Bunların içerisinde Mevlanının hayatı,çizgi film şeklinde cd si, Mevlana nın sözlerinin olduğu dökümanlar,Konya belediyesine ait dergiler, yetiştimek üzere lale soğanları ve mevlevi şekerlemeleri vardı. Ben bu kiti de oldukça başarılı buldum.
Sema gösterisi öncesi Ahmet Özhan sahne aldı. Tören oldukça etkileyici idi hele 10 yaşındaki semazen ...-
Törendeki seramonileri anlamlarını tek tek yazmak isterdim ama su sıralar detaylandıracak vaktim yok.Üzerinden oldukça da vakit geçtiği için kısada olsa size bilgi geçmek ve resimleri göstermek istedim.
Yep yeni bir yılda iç huzurumuzu sağlamış,dünyevi dertlerden uzak,olaylar karşısında sabrımızı koruyabildiğimiz, sağlık ve sükün dolu bir yıl diliyorum.