Çünki benim için Ankara sadece7,8,9 yaşlarımda göz doktoruma kontrole gittiğim bir sehir idi.Sadece babacığımla ikimizin yaptıgı otobüs yolculukları demekti birde.Sanırım Babamla arkadaşlığımda bu sadece birlikte cıktıgımız gezilerin ve Mersin’deki uzun yürüyüşlerin yeri çok büyük.Bunların ayırdına henüz varabiliyorum.O yaşlarda Ankaraya dair aklımdaki en belirgin şey trafik ışıklarında çok fazla insanın bekleyip yeşil ışık yandığında 2 güruhun karsı karşıya geçerken yarattığı karışıklıktı.Kurallara çok bağlı,kocaman bir memur kenti idi.
Şimdi gittiğimde neler hissettim ?
Fazlası ile köşeli ve beton bir şehir,İstanbul dan sonra hiç yeşil değil, kesici bir soğuğu var ki kar altındaki Viyana bile bu kadar sert değildi.İstanbuldaki Bağdat caddesine tekabül eden Arjantin Caddesi popüler mekanların ve pahalı markaların bulundugu bir yer.Genelde gördüğüm dersanelerden çıkan teenagelerin buralarda fazlaca takıldığı idi. En yeni ,en şık ,en pahalı aksesuarlar ve kıyafetler konusunda seçkiler sunabilecek bir profil var.Ama dikkat ederseniz Bağdat caddesi ile benzeştirdim Nişantaşı ile değil ,Nişantaşının kendi karakteristiği var çünki ;Bağdat caddesini ise biraz zorlama buluyorum .
Haaaa tabi yediğim içtiğim ne oldu die merak edenler için Ankaranın yerel bi lezzeti olmasada Erzurum’un meşhur cağ kebabından yedim ;
Konya'da yatık döner, Eskisehir'de oltu kebabı ve Erzurum'da da cağ kebabı adiyla bilinen kebap, kiyma icermeyen koyun etinin bir demir uzerine sarilmasiyla yapılıyor, ve odun ateşinde çevriliyor.. döner, az pismis olarak yatik durumda iken şiş üzerine parca parca kesilerek alınıyor .Bu kısa ve küçük şişlere cağ adı veriliyor aslında , bir muddet daha şiş ile birlikte ateşte bekletildikten sonra servis ediliyor..
Tüm bunlardan sonrada Ankaraya gitmenin en güzel kısmı geliyor “İSTANBUL’A GERİ DÖNMEK”
2007'ye 5 kala sevgiler herkese.
Ankraya selam olsun.....
No comments:
Post a Comment